sebe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sebe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mayıs 2021 Cumartesi

58- Alak Denklemi -Sebe İkrası-




                        




                                      بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ 
                İsmi-yle Allah'ın Rahman'dır,Rahiym'dir





١- اَلْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْآخِرَةِ ۚ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ 
1- El hamdu li Allahi ellezi leHu ma fi semavati ve ma fi arzi ve leHu hamdu fi ahiret ve Huve Hakiym Habiyr

1- Övgü Allah içindir ki, O'nun-dur ne varsa göklerde ve ne varsa yerde ve O'nun-dur övgü gelecek hayatta. Ve O, Hakiym'dir Habiyr'dir

(EL HAKİYM... İlminin kudretiyle açığa çıkmasını sebepler zincirine bağlayarak, nedenselliği oluşturan ve böylece kesret algılamasını oluşturan.

EL HABİYR... Açığa çıkan Esmâ özelliğinin “var”lığını, “Esmâ”sıyla meydana getiren olarak, onun durumundan haberi olan. Birime, kendisinden açığa çıkanla, ne mertebede anlayışa sahip olduğunu fark ettiren!)

٢- يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَاءِ وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا ۚ وَهُوَ الرَّحِيمُ الْغَفُورُ 
2- ya`lemü mâ yelicü fi-l'arḍi vemâ yaḫrucü minhâ vemâ yenzilü mine-ssemâi vemâ ya`rucü fîhâ. vehüve-rraḥîmü-lgafûr.

2- Alimdir -ne girdiyse yere ve ne çıktıysa ondan ve ne indiyse gökten ve ne yükseldiyse ona- Ve O, Rahiym'dir Ğafur'dur

(ER RAHIYM... “Rahmân”daki sayısız özellikleri yoktan var kılan Rahıym özelliğidir! Potansiyeldeki özelliklerin seyrini oluşturma özelliğidir! Âlem sûretleri ile kendini seyir edendir! Bilinçli varlıkları, hakikatlerine erdirmek suretiyle; seyretmekte ve Esmâ’sı özellikleriyle yaşatmakta olanın, kendisi olduğu farkındalığıyla yaşatandır. Cennet diye işaret edilen yaşamın kaynağıdır. Melekî boyutun “var”lığını oluşturandır.


EL ĞAFÛR... Allâh Rahmetinden asla ümit kesilmemesi gereken. Gerekli arınmayı yaptırtarak Rahıymiyetin nimetlerine erdiren. Rahıym ismini tetikleyen!)

٣- وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَا تَأْتِينَا السَّاعَةُ ۖ قُلْ بَلَىٰ وَرَبِّي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِ ۖ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ وَلَا أَصْغَرُ مِنْ ذَٰلِكَ وَلَا أَكْبَرُ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ 
3- veḳâle-lleẕîne keferû lâ te'tîne-ssâ`ah. ḳul belâ verabbî lete'tiyenneküm `âlimi-lgaybi. lâ ya`zübü `anhü miŝḳâlü ẕerratin fi-ssemâvâti velâ fi-l'arḍi velâ aṣgaru min ẕâlike velâ ekberu illâ fî kitâbim mübîn.

3- Ve dedi ki o inanmayanlar: "Gelmeyecek bize o saat." De: "Hayır! Yemin olsun Efendime ki, o elbette gelecek size. -Alim-dir ğaybe- Uzaklaşamaz O-ndan bir miskal zerre, ne göklerde ve ne de yeryüzünde ve olmasın küçük bundan ve de olmasın büyük -sadece apaçık kitab-ta-dır."

٤- لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ
4- liyecziye-lleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti. ülâike lehüm magfiratüv verizḳun kerîm.

4- Cezalandırsın diye o inanan ve doğru işler yapanları. İşte bunlar ki -onlaradır af ve bol gelir-

٥- وَالَّذِينَ سَعَوْا فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ أَلِيمٌ
5- velleẕîne se`av fî âyâtinâ mü`âcizîne ülâike lehüm `aẕâbüm mir riczin elîm.

5- Ve kimler ki, -çabalar hakkında işaretlerimizin aciz bırakmaya- İşte bunlar ki, -onlaradır eziyet pislikten inleten-

٦- وَيَرَى الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ الَّذِي أُنْزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ هُوَ الْحَقَّ وَيَهْدِي إِلَى صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ
6- veyere-lleẕîne ûtü-l`ilme-lleẕî ünzile ileyke mir rabbike hüve-lḥaḳḳa veyehdî ilâ ṣirâṭi-l`azîzi-lḥamîd.

6- Ve görür o -ilim verilenler- ki indirildi sana Efendin'den. O hakk-tır ve -yönlendirir yoluna- Aziz-i Hamid'in. 

(EL HAKK... Apaçık ortada olan Mutlak Hakikat! Açığa çıkan tüm işlevlerin hakikati ve kaynağı!

EL AZİYZ... Karşı konulmaz güç sahibi olarak, dilediğini uygulayan! Tüm âlemlerde dilediğini karşı çıkacak güç olmaksızın yerine getiren. Bu isim Rab ismiyle paralel çalışan bir isimdir. Rab özelliği Aziyz özelliğiyle hükmünü icra eder!

EL HAMİYD... Açığa çıkardığı evrensel kemâlâtı “Veliyy” ismi kapsamında açığa çıkardığı âlem sûretlerince seyredip değerlendirendir! Hamd yalnızca kendisine aittir!)


٧- وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا هَلْ نَدُلُّكُمْ عَلَى رَجُلٍ يُنَبِّئُكُمْ إِذَا مُزِّقْتُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍ إِنَّكُمْ لَفِي خَلْقٍ جَدِيدٍ
7- veḳâle-lleẕîne keferû hel nedüllüküm `alâ racüliy yünebbiüküm iẕâ müzziḳtüm külle mümezzeḳin inneküm lefî ḫalḳin cedîd.

7- Ve der ki o inanmayanlar: " Gösterelim mi size bir adamı ki haber veriyor size; ""ne zaman parçalandığınızda tamamen paramparça; şüphesiz siz elbette olacaksınız yeni yaratılışta""

٨- أَفْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَمْ بِهِ جِنَّةٌ بَلِ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ فِي الْعَذَابِ وَالضَّلَالِ الْبَعِيدِ
8- efterâ `ale-llâhi keẕiben em bihî cinneh. beli-lleẕîne lâ yü'minûne bil'âḫirati fi-l`aẕâbi veḍḍalâli-lbe`îd.

8- Uyduruyor mu hakkında Allah'ın bir yalanı ya da onunla cinnet mi geçirdi? Hayır, o kimseler inanmazlar başkayurda, içindedirler bir işkencenin ve uzak bir sapıklığın.

٩- أَفَلَمْ يَرَوْا إِلَى مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُم مِّنَ السَّمَاء وَالْأَرْضِ إِن نَّشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْأَرْضَ أَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفًا مِّنَ السَّمَاء إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّكُلِّ عَبْدٍ مُّنِيبٍ
9- E fe lem yerev ila ma beyne eydihim ve ma halfehum mines semai vel ard, in neşe'nahsif bihimul arda ev nuskıt aleyhim kisefen mines sema, inne fi zalike le ayeten li kulli abdin munib.

9- Artık görmezler mi elleri arasındaki ve arkalarındakini gökten ve yerden. Eğer istesek batırırız onları yere ya da düşürürüz onlara parçalar gökten. Muhakkak bunda elbette vardır bir işaret yönelen kulların hepsi için.

(Şeyy: Var etmek, istemek, dilemek, gerekli şartları oluşturup mevcudiyet veren. Allah'ın iradesinin açığa çıkışı. İnsan, Allah Şeyy etmeden, amel edemez)

١٠- وَلَقَدْ آتَيْنَا دَاوُودَ مِنَّا فَضْلًا يَا جِبَالُ أَوِّبِي مَعَهُ وَالطَّيْرَ وَأَلَنَّا لَهُ الْحَدِيدَ
 10- Ve lekad ateyna davude minna fadla, ya cibalu evvibi meahu vet tayr, ve elenna lehul hadid.

10- Ve gerçekten verdik Davud'a Bizden bir fazlalık. "Ya Dağlar! dönün Bana onunla ve kuşlar da." Ve yumuşattık onun için demiri.

(Fazl: fazilet,fazlalık. Evvab: bilinçli dönüş. Liyn: sert maddeyi yumuşatmak haşiyn zıddı)

١١- أَنِ اعْمَلْ سَابِغَاتٍ وَقَدِّرْ فِي السَّرْدِ وَاعْمَلُوا صَالِحًا إِنِّي بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
11- Enimel sabigatin ve kaddir fis serdi va'melu saliha, inni bima tamelune basir.

11- Şu ki; "İmal et geniş zırhlar ve ölçülü yap dokumasını ve işini doğru yap. Şüphesiz Ben yaptıklarınıza Basiyr'im."

(Sabiğat: bol bol, geniş zırh. Serd: dokuma. Basiyr: Her an her şeyi Gören.)

١٢- وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ وَأَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِ وَمِنَ الْجِنِّ مَن يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِإِذْنِ رَبِّهِ وَمَن يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ أَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّعِيرِ
12- Ve li suleymaner riha guduvvuha şehrun ve revahuha şehr, ve eselna lehu aynel kıtr, ve minel cinni men ya'melu beyne yedeyhi bi izni rabbih, ve men yezıg minhum an emrina nuzıkhu min azabis sair.

12- Ve Süleyman'a da rüzgarı... sabah gidişi bir ay öğleden sonra gidişi de bir ay. Ve akıttık onun için gözesini katranın. Ve cinlerden çalışanlar vardı elleri arasında izniyle Rabbi'sinin. Ve kim sapsa onlardan hakkında emrimizin tattırırdık onlara alevli işkenceden.

(Ğuduv: sabah esintisi. Revah: öğleden sonra. gidiş. Sel: akış, haddi aşma. Ayn'el Kıtr: Katran kaynağı. elementin erimiş hali, petrol, bakır. Yeziğ: doğrudan sapmak, eğrilme,kayma. Azab-i Sağir: alevli ateş)

١٣- يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَاء مِن مَّحَارِيبَ وَتَمَاثِيلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَّاسِيَاتٍ اعْمَلُوا آلَ دَاوُودَ شُكْرًا وَقَلِيلٌ مِّنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ
13- Ya'melune lehu ma yeşau min meharibe ve temasile ve cifanin kel cevabi ve kudurin rasiyat, i'melu ale davude şukra, ve kalilun min ibadiyeş şekur.

13- Yaparlardı onun için ne isterse kalelerden ve heykeller ve leğenler havuz gibi ve tencereler oturtulmuş. Çalışın Ey Davud Ailesi şükrederek. Ve azı kullarımızdan şükreder.

(Meharibe: korunaklı kale.)

١٤- فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلَى مَوْتِهِ إِلَّا دَابَّةُ الْأَرْضِ تَأْكُلُ مِنسَأَتَهُ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ أَن لَّوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُهِينِ
14- Fe lemma kadayna aleyhil mevte ma dellehum ala mevtihi illa dabbetul ardı te'kulu minseeteh, fe lemma harre tebeyyenetil cinnu en lev kanu ya'lemunel gaybe ma lebisu fil azabil muhin.

14- Böylece ne zaman kaza eylediğimizde ona ölümü, yoktu bir delil onlara ölümü hususunda, sadece yerde debelenen yiyordu değneğini. Peşinden ne zaman düştüğünde ortaya çıktı Cinlere ki eğer olsa idiler bilenler kayb-olanı olmaz idiler kalanlar içinde alçaltıcı işkencenin

١٥- لَقَدْ كَانَ لِسَبَإٍ فِي مَسْكَنِهِمْ آيَةٌ جَنَّتَانِ عَن يَمِينٍ وَشِمَالٍ كُلُوا مِن رِّزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُ بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ
15- Lekad kane li sebein fi meskenihim ayeh, cennetani an yeminin ve şimal, kulu min rızkı rabbikum veşkuru leh, beldetun tayyibetun ve rabbun gafur.

15- Gerçekten vardı Sebe'nin meskenlerinde bir işaret. İki bahçe sağda ve solda. Yiyin rızkından Rabbinizin ve şükredin O'na. Belde ki hoş ve Bağışlayıcı Rabbi var.


١٦- فَأَعْرَضُوا فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُم بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَى أُكُلٍ خَمْطٍ وَأَثْلٍ وَشَيْءٍ مِّن سِدْرٍ قَلِيلٍ
16- Fe a'radu fe erselna aleyhim seylel arimi ve beddelna-hum bi cenneteyhim cenneteyni zevatey ukulin hamtın ve eslin ve şeyin min sidrin kalil.

16- Ancak yüz çevirdiler peşinden gönderdik onlara kötü bir felaketi ve değiştirdik onların iki bahçesini, iki bahçeye ki acı meyvelere sahib ve demirhindi ve az şeyde sedir-den.

١٧- ذٰلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِمَا كَفَرُواۜ وَهَلْ نُجَاز۪ٓي اِلَّا الْكَفُورَ
17- Zalike cezeynahum bima keferu, ve hel nucazi illel kefur.

17- İşte böyle cezalandırdık onları nankörlüklerinden. Ve cezalandırır mıyız? Sadece Nankörleri.

١٨- وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا فِيهَا السَّيْرَ سِيرُوا فِيهَا لَيَالِيَ وَأَيَّامًا آمِنِينَ
18- Ve cealna beynehum ve beynel kurelleti barekna fiha kuren zahireten ve kadderna fihes seyr, siru fiha leyaliye ve eyyamen aminin.

18- Ve yaptık aralarında ve arasında memleketlerin ki bereketli kıldık orada memleketleri görülebilir ve takdir ettik oralarda yolculuk yapmayı. Yolculuk yapın oralarda geceleri ve gündüzleri emniyetle.

١٩- فَقَالُوا رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ أَسْفَارِنَا وَظَلَمُوا أَنفُسَهُمْ فَجَعَلْنَاهُمْ أَحَادِيثَ وَمَزَّقْنَاهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ
19- Fe kalu rabbena baidbeyne esfarina ve zalemu enfusehum fe cealnahum ehadise ve mezzaknahum kulle mumezzak, inne fi zalike le ayatin li kulli sabbarin şekur.

19- Ancak dediler ki: "Rabbimiz uzat mesafesini yolculuklarımızın." ve yanlış yaptılar kendilerine ve yaptık onları hadiseler ve parçaladık hepsini paramparça. Şüphesiz bunda elbette ayetler vardır dayanıp minnettar olanlar için

٢٠- وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ إِبْلِيسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ إِلَّا فَرِيقًا مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ
20- Ve lekad saddaka aleyhim iblisu zannehu fettebeuhu illa ferikan minel muminin.

20- Ve gerçekten doğruydu onlar konusunda İblis, düşüncesinde. Peşinden gittiler onun, hariçti bir fırka; o da inananlardan.

٢١- وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِم مِّن سُلْطَانٍ إِلَّا لِنَعْلَمَ مَن يُؤْمِنُ بِالْآخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا فِي شَكٍّ وَرَبُّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ
21- Ve ma kane lehu aleyhim min sultanin illa li na'leme men yu'minu bil ahireti mimmen huve minha fi şekk, ve rabbuke ala kulli şeyin hafiz.

21- Ve olmamıştı onun için, onlar üzerinde bir gücü, sadece bilelim diye kim inanıyor ölümötesine ve o kim onlardan -onda- şüphe içinde. Ve Efendin tüm açığa çıkanı hafızaya alır 

(Hafıyz: Koruyan, kaydeden, hafıza. Şeyy: şartların oluşması sonucu ortaya çıkan vaziyet iyi de olur kötü de, bu kullarının imtihan içindeki eylemleri sonucu olur ve kayıt altına alınır hesab günü hiç bir itiraz edilemez)

٢٢- قُلِ ادْعُوا الَّذِينَ زَعَمْتُم مِّن دُونِ اللَّهِ لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ وَمَا لَهُمْ فِيهِمَا مِن شِرْكٍ وَمَا لَهُ مِنْهُم مِّن ظَهِيرٍ
22- Kulid'ullezine zeamtum min dunillah, la yemlikune miskale zerretin fis semavati ve la fil ardı ve ma lehum fihima min şirkin ve ma lehu minhum min zahir.

22- De: " Dua edin bakalım o Allah yanısıra uydurduğunuz kimselere. Sahib değildirler en ufak zerreye göklerde ve değildirler yerde ve yoktur onlar için ikisinde ortaklığa dair ve yoktur -O'nun için- onlardan bir arka çıkan

٢٣- وَلَا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ عِندَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ حَتَّى إِذَا فُزِّعَ عَن قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ قَالُوا الْحَقَّ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ
23- Ve la tenfeuş şefaatu indehu illa li men ezine leh, hatta iza fuzzia an kulubihim kalu maza kale rabbukum, kalul hakk, ve huvel aliyyul kebir.

23- Ve etmez fayda şefaat -Yanında- sadece kime izin verdiyse ona. Hatta ne zaman endişe giderilince kalblerinden, diyecekler: " Ne dedi Efendiniz?" Diyecekler: "Hakkı" ve O Aliyy'dir Kebir'dir.
 
٢٤- قُلْ مَن يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ قُلِ اللَّهُ وَإِنَّا أَوْ إِيَّاكُمْ لَعَلَى هُدًى أَوْ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
24- Kul men yerzukukum mines semavati vel ard, kulillahu ve inna ev iyyakum le ala huden ev fi dalalin mubin.

24- De: "Kim rızıklandırır sizi göklerden ve yerden? De: Allah. Ve şüphesiz biz veya siz elbette hidayetteyiz veya apaçık sapıklıktayız."

٢٥- قُل لَّا تُسْأَلُونَ عَمَّا أَجْرَمْنَا وَلَا نُسْأَلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ
25- Kul la tus'elune amma ecremna ve la nus'elu amma ta'melun.

25- De: "Sorulmayacak sizden cürümlerimiz ve sorulmayacak bizden amelleriniz."

٢٦- قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَلِيمُ
26- Kul yecmeu beynena rabbuna summe yeftehu beynena bil hakk, ve huvel fettahul alim.

26- De: "Cem edecek bizi Efendimiz sonra açacak aramızı -hakla- ve O Fettah'tır, Alim'dir.

(Fettah: açan, çözen. Alim: her şeyi her yönüyle bilen.)

٢٧- قُلْ أَرُونِي الَّذِينَ أَلْحَقْتُم بِهِ شُرَكَاء كَلَّا بَلْ هُوَ اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
27- Kul eruniyellezine elhaktum bihi şurekae kella, bel huvallahul azizul hakim.

27- De: "Gösterin bana o, O'na ilave edib ortak saydıklarınızı? Hayır, asla O, Allah Aziz'dir, Hakiym'dir."

( Allah: ismine özel olarak tek İlah. Aziyz: Güçlü olan, mağlub eden,hesab soran herkesin kendisine hesab vereceği yegane Kudret. Hakiym; doğru kararlar veren.)

٢٨- وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
28- Ve ma erselnake illa kaffeten lin nasi beşiren ve neziren ve lakinne ekseren nasi la ya'lemun.

28- Ve göndermedik seni, sadece tüm insanlık için müjdeci ve uyarıcı
velakin insanların çoğu bilmez.

٢٩- وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
29- Ve yekulune meta hazel va'du in kuntum sadikin.

29- Ve derler: "ne zaman bu vaad eğer siz doğruysanız?"

٣٠- قُل لَّكُم مِّيعَادُ يَوْمٍ لَّا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ
30- Kul lekum miadu yevmin la teste'hirune anhu saaten ve la testakdimun.

30- De: " Sizin randevu gününüz vardır onu erteleyemezsiniz bir saat ve öne de çekemezsiniz."


٣١- وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَن نُّؤْمِنَ بِهَذَا الْقُرْآنِ وَلَا بِالَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلَوْ تَرَى إِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِندَ رَبِّهِمْ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ الْقَوْلَ يَقُولُ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَا أَنتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنِينَ
31- Ve kalellezine keferu len nu'mine bi hazel kur'ani ve la billezi beyne yedeyh, ve lev tera iziz zalimune mevkufune inde rabbihim, yerciu ba'duhum ila ba'dınil kavl, yekulullezinestud'ifu lillezinestekberu lev la entum le kunna muminin.

31- Ve der ki o inkacılar: " Asla inanmayacağız bu Kur'an'la ve o elleri arasındakilerle." Ah bir görsen o vakit zalimleri tutuklanmış olarak yanında Efendilerinin, dönecek bazısı bazısına söylenerek diyecek ki o Ezilen-ler Ezen-lere: "Eğer siz olmasa idiniz elbette olur idik inananlardan."

(Mevkuf: hapse atılmak- tevkif edilmek üzere tutuklanmış olan.)

٣٢-قَالَ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا أَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدَى بَعْدَ إِذْ جَاءكُم بَلْ كُنتُم مُّجْرِمِينَ
32- Kalellezinestekberu lillezinestud'ifu e nahnu sadednakum anil huda ba'de iz caekum bel kuntum mucrimin.

32- Diyecek ki o Ezen-ler o Ezilen-lere: " Biz mi uzaklaştırdık sizi hidayetten size geldikten sonra? Hayır siz de kabahatlisiniz."


٣٣- وَقَالَ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ إِذْ تَأْمُرُونَنَا أَن نَّكْفُرَ بِاللَّهِ وَنَجْعَلَ لَهُ أَندَادًا وَأَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَأَوُا الْعَذَابَ وَجَعَلْنَا الْأَغْلَالَ فِي أَعْنَاقِ الَّذِينَ كَفَرُوا هَلْ يُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
33- Ve kalellezinestud'ifu lillezinestekberu bel mekrul leyli ven nehari iz te'murunena en nekfure billahi ve nec'ale lehu endada, ve eserrun nedamete lemma raevul azab, ve cealnel aglale fi a'nakıllezine keferu, hel yuczevne illa ma kanu ya'melun.

33- Ve diyecek o Ezilen-ler o Ezen-lere: "Hayır manüplasyon yapıyordunuz gece ve gündüz öyle ki emrediyordunuz bize inkar etmemizi Allah'ı ve yapmamızı O'na eşler. Ve derin bir pişmanlık duyacaklar gördükleri vakit azabı ve yapacağız boyunlarını kelepçelenmiş o inkarcıların. Cezalandırılmaz mı onlar? Sadece ne amel ettiyseler.

٣٤- وَمَا أَرْسَلْنَا فِي قَرْيَةٍ مِّن نَّذِيرٍ إِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَا إِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُم بِهِ كَافِرُونَ
34- Ve ma erselna fi karyetin min nezirin illa kale mutrefuha inna bima ursiltum bihi kafirun.

34- Ve göndermeyelim bir memlekete bir uyarıcı, sadece der oranın sosyetesi: "Gerçek şu ki biz, size gönderilene de getirdiğine inanmayacağız."

٣٥- وَقَالُوا نَحْنُ أَكْثَرُ أَمْوَالًا وَأَوْلَادًا وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ
35- Ve kalu nahnu ekseru emvalen ve evladen ve ma nahnu bi muazzebin.

35- Ve derler: "Biz mal ve evlat bakımından güçlüyüz ve bize azab uğratılmaz."

٣٦- قُلْ إِنَّ رَبِّي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاء وَيَقْدِرُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
36- Kul inne rabbi yebsutur rızka limen yeşau ve yakdiru ve lakinne ekseren nasi la ya'lemun.

36- De: " Muhakkak Efendim yayar rızkı kim için isterse ve kısar da.  Ve lakin çoğu insanların bilmez.

(Rızkı Allah dilediğine, istediğine verir ve imtihan eder öte yandan da çalışıp çabalayana karşılığını verir bu ölümötesi yaşamda herkes yaptığının sonucu görecektir ibaresinin dünyadaki karşılığı ilmel yakiyn halidir.)

٣٧- وَمَا أَمْوَالُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُم بِالَّتِي تُقَرِّبُكُمْ عِندَنَا زُلْفَى إِلَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَأُوْلَئِكَ لَهُمْ جَزَاء الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِي الْغُرُفَاتِ آمِنُونَ
37- Ve ma emvalukum ve la evladukum billeti tukarribukum indena zulfa illa men amene ve amile salihan fe ulaike lehum cezaud dı'fi bima amilu ve hum fil gurufati aminun.

37- Ve ne mallarınız ve ne de evlatlarınız yaklaştıracak değildir sizi Yanımıza mertebece, sadece kim inanır ve iyi işler yaparsa işte bunlara ki, onlaradır ödül çifterli yaptıklarından ötürü ve onlar makamlarda güvendedirler.

(Zulf: yan, yanaşma, mertebe. Ğurufat: cennette odalar, makamlar.)

٣٨- وَالَّذِينَ يَسْعَوْنَ فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُوْلَئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ
38- Vellezine yes'avne fi ayatina muacizine ulaike fil azabi muhdarun.

38- Ve kimler çabalarsa ayetlerimizi aciz bırakmak için, işte bunlar azab içinde hazır bulundurulacaklardır

٣٩- قُلْ إِنَّ رَبِّي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَهُ وَمَا أَنفَقْتُم مِّن شَيْءٍ فَهُوَ يُخْلِفُهُ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ
39- Kul inne rabbi yebsutur rızka li men yeşau min ibadihi ve yakdiru leh, ve ma enfaktum min şeyin fe huve yuhlifuh, ve huve hayrur razikin.

39- De: "Muhakkak Efendim yayar rızkı kim için isterse kullarından ve kısar da onlara, ve ne harcarsanız varlığınızdan, böylece O, yerini doldurur. Ve O, rızık verenlerin en iyisidir."

٤٠- وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا ثُمَّ يَقُولُ لِلْمَلَائِكَةِ أَهَؤُلَاء إِيَّاكُمْ كَانُوا يَعْبُدُونَ
40- Ve yevme yahşuruhum cemian summe yekulu lil melaiketi e haulai iyyakum kanu ya'budun.

40- Ve bir gün toplayacak onları topluca sonra diyecek meleklere: "Bunlar mı idi size kulluk edenler?"

٤١- قَالُوا سُبْحَانَكَ أَنتَ وَلِيُّنَا مِن دُونِهِم بَلْ كَانُوا يَعْبُدُونَ الْجِنَّ أَكْثَرُهُم بِهِم مُّؤْمِنُونَ
41- Kalu subhaneke ente veliyyuna min dunihim, bel kanu ya'budunel cinn, ekseruhum bihim mu'minun.

41- Diyecekler: "Subhaneke! Sen Veli'mizsin yanında onların. Hayır! kulluk ediyorlardı cinlere. Çoğusu onlara inananlardı.

(Subhaneke: Her şeyin Yaratıcısı, Sahibi, İlahı iradeli veya iradesiz tesbih etmesi anması. Veli: Dost, Yakın, Sahib, Koruyucu.)

٤٢- فَالْيَوْمَ لَا يَمْلِكُ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ نَّفْعًا وَلَا ضَرًّا وَنَقُولُ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّتِي كُنتُم بِهَا تُكَذِّبُونَ
42- Fel yevme la yemliku ba'dukum li ba'dın nef'an ve la darra, ve nekulu lillezine zalemu zuku azaben narilleti kuntum biha tukezzibun.

42- Artık bugün yetmez gücü bazınızın bazınız için bir faydaya ve zarara. Ve diyeceğiz o zalimlere: "Tadın azab-ı narı ki siz onu yalanlamış idiniz."

٤٣- وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هَذَا إِلَّا رَجُلٌ يُرِيدُ أَن يَصُدَّكُمْ عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ آبَاؤُكُمْ وَقَالُوا مَا هَذَا إِلَّا إِفْكٌ مُّفْتَرًى وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَاءهُمْ إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّبِينٌ
43- Ve iza tutla aleyhim ayatuna beyyinatin kalu ma haza illa raculun yuridu en yasuddekum amma kane ya'budu abaukum, ve kalu ma haza illa ifkun muftera ve kalellezine keferu lil hakkı lemma caehum in haza illa sihrun mubin.

43- Ve ne zaman okunduğunda onlara ayetlerimiz anlaşılır şekilde, derler: " Değildir bu! sadece bir adam; istiyor uzaklaştırmak sizi kulluk etmiş olduklarından babalarınızın." Ve derler: " Değildir bu! sadece uydurulmuş bir yalandır." Ve dedi o inkar edenler -gerçek hakkında- geldiğinde onlara; " değildir bu, sadece apaçık bir büyüdür."

٤٤- وَمَا آتَيْنَاهُم مِّن كُتُبٍ يَدْرُسُونَهَا وَمَا أَرْسَلْنَا إِلَيْهِمْ قَبْلَكَ مِن نَّذِيرٍ
44- Ve ma ateynahum min kutubin yedrusuneha ve ma erselna ileyhim kableke min nezir.

44- Ve vermemiştik onlara ders görebilecekleri kitablardan ve göndermemiştik onlara senden önce bir uyarıcı.

٤٥- وَكَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَمَا بَلَغُوا مِعْشَارَ مَا آتَيْنَاهُمْ فَكَذَّبُوا رُسُلِي فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ
45- Ve kezzebellezine min kablihim ve ma belegu mi'şare ma ateynahum fe kezzebu rusuli, fe keyfe kane nekir.

45- Ve yalanlamış idi onlardan öncekiler ve ulaşmış değil idiler onda birine, ne vermişti isek onlara peşinden yalanlamış idiler Rasüllerimizi. Bak nasıl oldu inkarım!


٤٦- قُلْ إِنَّمَا أَعِظُكُم بِوَاحِدَةٍ أَن تَقُومُوا لِلَّهِ مَثْنَى وَفُرَادَى ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا مَا بِصَاحِبِكُم مِّن جِنَّةٍ إِنْ هُوَ إِلَّا نَذِيرٌ لَّكُم بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَدِيدٍ
46- Kul innema eızukum bi vahideh, en tekumu lillahi mesna ve furada summe tetefekkeru, ma bi sahıbikum min cinneh, in huve illa nezirun lekum beyne yedey azabin şedid.

46- De: "Sadece vaaz ediyorum size bir şeyle, o da şudur: kalkın Allah için çifterli ve fertler olarak sonra fikir yürütün. Yoktur arkadaşınızda bir cinnet. Değildir o, sadece bir uyarıcıdır sizin için ellerinizin arasındaki şiddetli işkenceden."

٤٧- قُلْ مَا سَأَلْتُكُم مِّنْ أَجْرٍ فَهُوَ لَكُمْ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى اللَّهِ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
47- Kul ma seeltukum min ecrin fe huve lekum, in ecriye illa alallah, ve huve ala kulli şeyin şehid.

47- De: "İstemiyorum sizden bir ücret, böylece o sizin içindir. Yoktur ücretim, sadece üzerinedir Allah'ın. ve O her şeyin üstünde bir Şehid'dir."

(Ala: üzerinde, üstünde. Şey: burada özellikle kulların yaptıkları eylemler manasında. Şehid: Yaradan olarak, kullarının yapıp ettiklerini Gören,Bilen,Haberdar olan Hazır bulunan, Kaydeden ve tabii olarak türkçeye yansımış şekliyle Kendisi Şahit olarak yeterdir.)

٤٨- قُلْ إِنَّ رَبِّي يَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَّامُ الْغُيُوبِ
48- Kul inne rabbi yakzifu bil hakk, allamul guyub.

48- De: "Muhakkak Efendim atar hakkı, Allame'dir kayb-olanlara."

(Allamul Guyub: derinlerde olanı bilen. idrak edilemeyenleri ilmiyle kuşatan. insanların içlerinde olanı, geçeni bilen demektir.)

٤٩- قُلْ جَاء الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُعِيدُ
49- Kul cael hakku ve ma yubdiul batılu ve ma yuid.

49- De:" Geldi hak ve başlatacak değildir batıl ve tekrar edecekte.

٥٠- قُلْ إِن ضَلَلْتُ فَإِنَّمَا أَضِلُّ عَلَى نَفْسِي وَإِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوحِي إِلَيَّ رَبِّي إِنَّهُ سَمِيعٌ قَرِيبٌ
50- Kul in dalaltu fe innema edıllu ala nefsi, ve in ihtedeytu fe bima yuhi ileyye rabbi, innehu semiun karib.

50- De: " Eğer saparsam bilin ki sadece saparım kendi üzerime. Ve eğer doğruyu bulursam bilin ki bu da vahy etmesindendir bana Efendimin. Şüphesiz O, Semi'dir, Kariyb'tir.

(Semi: Her şeyi işiten, Kariyn: Her şeye yakın)

٥١- وَلَوْ تَرَى إِذْ فَزِعُوا فَلَا فَوْتَ وَأُخِذُوا مِن مَّكَانٍ قَرِيبٍ
51- Ve lev tera iz feziu fe la fevte ve uhızu min mekanin karib.

51- Ah bi görebilseydin endişeye kapılacakları zamanı, o vakit kaçış yok ve alınacaklardır yakın bir yerden.

(Fevte: kaçmak, geçip gitmek. Mekan-i Kariyb: insanın en yakın yeri, iç alemi veya şah damarı.)

٥٢- وَقَالُوا آمَنَّا بِهِ وَأَنَّى لَهُمُ التَّنَاوُشُ مِن مَكَانٍ بَعِيدٍ
52- Ve kalu amenna bih, ve enna lehumut tenavuşu min mekanin baid.

52- Ve diyecekler: "inandık onunla" ve nasıl onlar için elde edebilmek olabilir uzak bir yerden?

(Mekan-i Baid: hesap gününde dünya, imtihan anı bittiği için her şey geride, çok uzakta kalmıştır.)

٥٣- وَقَدْ كَفَرُوا بِهِ مِن قَبْلُ وَيَقْذِفُونَ بِالْغَيْبِ مِن مَّكَانٍ بَعِيدٍ
53- Ve kad keferu bihi min kabl, ve yakzifune bil gaybi min mekanin baid.

53- Ve gerçekten inkar etmişlerdi -onu- önceden. ve atıyorlardı kayb olana uzak bir yerden.

٥٤- وَحِيلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ كَمَا فُعِلَ بِأَشْيَاعِهِم مِّن قَبْلُ إِنَّهُمْ كَانُوا فِي شَكٍّ مُّرِيبٍ
54- Ve hile beynehum ve beyne ma yeştehune kema fuile bi eşyaihim min kabl, innehum kanu fi şekkin murib.

54- Ve bariyer konacak aralarına ve arasına şehvet ettiklerinin, tıpkı yapıldığı gibi şialarına önceden. Şüphesiz onlar olmuş idiler karışık bir şüphe içinde.

(Hiyle: iki şeyin arasına giren engel, bariyer, set. Eşya'ı: şianın çoğulu, topluluk, bir görüş, gelenek etrafındaki kalabalık. Olumlu manada da olumsuz mana da da kullanılmıştır. Misalen İbrahim Şiası olmak olumlu iken, dinlerini parça parça edip şialaşmak olumsuz.
Şekkin murib: karışık bir şüphe içinde bulunmak, tereddüt hali, cehaletten tırnaklarını yemek.)