29 Mayıs 2021 Cumartesi

58- Alak Denklemi -Sebe İkrası-




                        




                                      بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ 
                İsmi-yle Allah'ın Rahman'dır,Rahiym'dir





١- اَلْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْآخِرَةِ ۚ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ 
1- El hamdu li Allahi ellezi leHu ma fi semavati ve ma fi arzi ve leHu hamdu fi ahiret ve Huve Hakiym Habiyr

1- Övgü Allah içindir ki, O'nun-dur ne varsa göklerde ve ne varsa yerde ve O'nun-dur övgü gelecek hayatta. Ve O, Hakiym'dir Habiyr'dir

(EL HAKİYM... İlminin kudretiyle açığa çıkmasını sebepler zincirine bağlayarak, nedenselliği oluşturan ve böylece kesret algılamasını oluşturan.

EL HABİYR... Açığa çıkan Esmâ özelliğinin “var”lığını, “Esmâ”sıyla meydana getiren olarak, onun durumundan haberi olan. Birime, kendisinden açığa çıkanla, ne mertebede anlayışa sahip olduğunu fark ettiren!)

٢- يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَاءِ وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا ۚ وَهُوَ الرَّحِيمُ الْغَفُورُ 
2- ya`lemü mâ yelicü fi-l'arḍi vemâ yaḫrucü minhâ vemâ yenzilü mine-ssemâi vemâ ya`rucü fîhâ. vehüve-rraḥîmü-lgafûr.

2- Alimdir -ne girdiyse yere ve ne çıktıysa ondan ve ne indiyse gökten ve ne yükseldiyse ona- Ve O, Rahiym'dir Ğafur'dur

(ER RAHIYM... “Rahmân”daki sayısız özellikleri yoktan var kılan Rahıym özelliğidir! Potansiyeldeki özelliklerin seyrini oluşturma özelliğidir! Âlem sûretleri ile kendini seyir edendir! Bilinçli varlıkları, hakikatlerine erdirmek suretiyle; seyretmekte ve Esmâ’sı özellikleriyle yaşatmakta olanın, kendisi olduğu farkındalığıyla yaşatandır. Cennet diye işaret edilen yaşamın kaynağıdır. Melekî boyutun “var”lığını oluşturandır.


EL ĞAFÛR... Allâh Rahmetinden asla ümit kesilmemesi gereken. Gerekli arınmayı yaptırtarak Rahıymiyetin nimetlerine erdiren. Rahıym ismini tetikleyen!)

٣- وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَا تَأْتِينَا السَّاعَةُ ۖ قُلْ بَلَىٰ وَرَبِّي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِ ۖ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ وَلَا أَصْغَرُ مِنْ ذَٰلِكَ وَلَا أَكْبَرُ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ 
3- veḳâle-lleẕîne keferû lâ te'tîne-ssâ`ah. ḳul belâ verabbî lete'tiyenneküm `âlimi-lgaybi. lâ ya`zübü `anhü miŝḳâlü ẕerratin fi-ssemâvâti velâ fi-l'arḍi velâ aṣgaru min ẕâlike velâ ekberu illâ fî kitâbim mübîn.

3- Ve dedi ki o inanmayanlar: "Gelmeyecek bize o saat." De: "Hayır! Yemin olsun Efendime ki, o elbette gelecek size. -Alim-dir ğaybe- Uzaklaşamaz O-ndan bir miskal zerre, ne göklerde ve ne de yeryüzünde ve olmasın küçük bundan ve de olmasın büyük -sadece apaçık kitab-ta-dır."

٤- لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ
4- liyecziye-lleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti. ülâike lehüm magfiratüv verizḳun kerîm.

4- Cezalandırsın diye o inanan ve doğru işler yapanları. İşte bunlar ki -onlaradır af ve bol gelir-

٥- وَالَّذِينَ سَعَوْا فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ أَلِيمٌ
5- velleẕîne se`av fî âyâtinâ mü`âcizîne ülâike lehüm `aẕâbüm mir riczin elîm.

5- Ve kimler ki, -çabalar hakkında işaretlerimizin aciz bırakmaya- İşte bunlar ki, -onlaradır eziyet pislikten inleten-

٦- وَيَرَى الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ الَّذِي أُنْزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ هُوَ الْحَقَّ وَيَهْدِي إِلَى صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ
6- veyere-lleẕîne ûtü-l`ilme-lleẕî ünzile ileyke mir rabbike hüve-lḥaḳḳa veyehdî ilâ ṣirâṭi-l`azîzi-lḥamîd.

6- Ve görür o -ilim verilenler- ki indirildi sana Efendin'den. O hakk-tır ve -yönlendirir yoluna- Aziz-i Hamid'in. 

(EL HAKK... Apaçık ortada olan Mutlak Hakikat! Açığa çıkan tüm işlevlerin hakikati ve kaynağı!

EL AZİYZ... Karşı konulmaz güç sahibi olarak, dilediğini uygulayan! Tüm âlemlerde dilediğini karşı çıkacak güç olmaksızın yerine getiren. Bu isim Rab ismiyle paralel çalışan bir isimdir. Rab özelliği Aziyz özelliğiyle hükmünü icra eder!

EL HAMİYD... Açığa çıkardığı evrensel kemâlâtı “Veliyy” ismi kapsamında açığa çıkardığı âlem sûretlerince seyredip değerlendirendir! Hamd yalnızca kendisine aittir!)


٧- وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا هَلْ نَدُلُّكُمْ عَلَى رَجُلٍ يُنَبِّئُكُمْ إِذَا مُزِّقْتُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍ إِنَّكُمْ لَفِي خَلْقٍ جَدِيدٍ
7- veḳâle-lleẕîne keferû hel nedüllüküm `alâ racüliy yünebbiüküm iẕâ müzziḳtüm külle mümezzeḳin inneküm lefî ḫalḳin cedîd.

7- Ve der ki o inanmayanlar: " Gösterelim mi size bir adamı ki haber veriyor size; ""ne zaman parçalandığınızda tamamen paramparça; şüphesiz siz elbette olacaksınız yeni yaratılışta""

٨- أَفْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَمْ بِهِ جِنَّةٌ بَلِ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ فِي الْعَذَابِ وَالضَّلَالِ الْبَعِيدِ
8- efterâ `ale-llâhi keẕiben em bihî cinneh. beli-lleẕîne lâ yü'minûne bil'âḫirati fi-l`aẕâbi veḍḍalâli-lbe`îd.

8- Uyduruyor mu hakkında Allah'ın bir yalanı ya da onunla cinnet mi geçirdi? Hayır, o kimseler inanmazlar başkayurda, içindedirler bir işkencenin ve uzak bir sapıklığın.

٩- أَفَلَمْ يَرَوْا إِلَى مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُم مِّنَ السَّمَاء وَالْأَرْضِ إِن نَّشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْأَرْضَ أَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفًا مِّنَ السَّمَاء إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّكُلِّ عَبْدٍ مُّنِيبٍ
9- E fe lem yerev ila ma beyne eydihim ve ma halfehum mines semai vel ard, in neşe'nahsif bihimul arda ev nuskıt aleyhim kisefen mines sema, inne fi zalike le ayeten li kulli abdin munib.

9- Artık görmezler mi elleri arasındaki ve arkalarındakini gökten ve yerden. Eğer istesek batırırız onları yere ya da düşürürüz onlara parçalar gökten. Muhakkak bunda elbette vardır bir işaret yönelen kulların hepsi için.

(Şeyy: Var etmek, istemek, dilemek, gerekli şartları oluşturup mevcudiyet veren. Allah'ın iradesinin açığa çıkışı. İnsan, Allah Şeyy etmeden, amel edemez)

١٠- وَلَقَدْ آتَيْنَا دَاوُودَ مِنَّا فَضْلًا يَا جِبَالُ أَوِّبِي مَعَهُ وَالطَّيْرَ وَأَلَنَّا لَهُ الْحَدِيدَ
 10- Ve lekad ateyna davude minna fadla, ya cibalu evvibi meahu vet tayr, ve elenna lehul hadid.

10- Ve gerçekten verdik Davud'a Bizden bir fazlalık. "Ya Dağlar! dönün Bana onunla ve kuşlar da." Ve yumuşattık onun için demiri.

(Fazl: fazilet,fazlalık. Evvab: bilinçli dönüş. Liyn: sert maddeyi yumuşatmak haşiyn zıddı)

١١- أَنِ اعْمَلْ سَابِغَاتٍ وَقَدِّرْ فِي السَّرْدِ وَاعْمَلُوا صَالِحًا إِنِّي بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
11- Enimel sabigatin ve kaddir fis serdi va'melu saliha, inni bima tamelune basir.

11- Şu ki; "İmal et geniş zırhlar ve ölçülü yap dokumasını ve işini doğru yap. Şüphesiz Ben yaptıklarınıza Basiyr'im."

(Sabiğat: bol bol, geniş zırh. Serd: dokuma. Basiyr: Her an her şeyi Gören.)

١٢- وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ وَأَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِ وَمِنَ الْجِنِّ مَن يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِإِذْنِ رَبِّهِ وَمَن يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ أَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّعِيرِ
12- Ve li suleymaner riha guduvvuha şehrun ve revahuha şehr, ve eselna lehu aynel kıtr, ve minel cinni men ya'melu beyne yedeyhi bi izni rabbih, ve men yezıg minhum an emrina nuzıkhu min azabis sair.

12- Ve Süleyman'a da rüzgarı... sabah gidişi bir ay öğleden sonra gidişi de bir ay. Ve akıttık onun için gözesini katranın. Ve cinlerden çalışanlar vardı elleri arasında izniyle Rabbi'sinin. Ve kim sapsa onlardan hakkında emrimizin tattırırdık onlara alevli işkenceden.

(Ğuduv: sabah esintisi. Revah: öğleden sonra. gidiş. Sel: akış, haddi aşma. Ayn'el Kıtr: Katran kaynağı. elementin erimiş hali, petrol, bakır. Yeziğ: doğrudan sapmak, eğrilme,kayma. Azab-i Sağir: alevli ateş)

١٣- يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَاء مِن مَّحَارِيبَ وَتَمَاثِيلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَّاسِيَاتٍ اعْمَلُوا آلَ دَاوُودَ شُكْرًا وَقَلِيلٌ مِّنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ
13- Ya'melune lehu ma yeşau min meharibe ve temasile ve cifanin kel cevabi ve kudurin rasiyat, i'melu ale davude şukra, ve kalilun min ibadiyeş şekur.

13- Yaparlardı onun için ne isterse kalelerden ve heykeller ve leğenler havuz gibi ve tencereler oturtulmuş. Çalışın Ey Davud Ailesi şükrederek. Ve azı kullarımızdan şükreder.

(Meharibe: korunaklı kale.)

١٤- فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلَى مَوْتِهِ إِلَّا دَابَّةُ الْأَرْضِ تَأْكُلُ مِنسَأَتَهُ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ أَن لَّوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُهِينِ
14- Fe lemma kadayna aleyhil mevte ma dellehum ala mevtihi illa dabbetul ardı te'kulu minseeteh, fe lemma harre tebeyyenetil cinnu en lev kanu ya'lemunel gaybe ma lebisu fil azabil muhin.

14- Böylece ne zaman kaza eylediğimizde ona ölümü, yoktu bir delil onlara ölümü hususunda, sadece yerde debelenen yiyordu değneğini. Peşinden ne zaman düştüğünde ortaya çıktı Cinlere ki eğer olsa idiler bilenler kayb-olanı olmaz idiler kalanlar içinde alçaltıcı işkencenin

١٥- لَقَدْ كَانَ لِسَبَإٍ فِي مَسْكَنِهِمْ آيَةٌ جَنَّتَانِ عَن يَمِينٍ وَشِمَالٍ كُلُوا مِن رِّزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُ بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ
15- Lekad kane li sebein fi meskenihim ayeh, cennetani an yeminin ve şimal, kulu min rızkı rabbikum veşkuru leh, beldetun tayyibetun ve rabbun gafur.

15- Gerçekten vardı Sebe'nin meskenlerinde bir işaret. İki bahçe sağda ve solda. Yiyin rızkından Rabbinizin ve şükredin O'na. Belde ki hoş ve Bağışlayıcı Rabbi var.


١٦- فَأَعْرَضُوا فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُم بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَى أُكُلٍ خَمْطٍ وَأَثْلٍ وَشَيْءٍ مِّن سِدْرٍ قَلِيلٍ
16- Fe a'radu fe erselna aleyhim seylel arimi ve beddelna-hum bi cenneteyhim cenneteyni zevatey ukulin hamtın ve eslin ve şeyin min sidrin kalil.

16- Ancak yüz çevirdiler peşinden gönderdik onlara kötü bir felaketi ve değiştirdik onların iki bahçesini, iki bahçeye ki acı meyvelere sahib ve demirhindi ve az şeyde sedir-den.

١٧- ذٰلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِمَا كَفَرُواۜ وَهَلْ نُجَاز۪ٓي اِلَّا الْكَفُورَ
17- Zalike cezeynahum bima keferu, ve hel nucazi illel kefur.

17- İşte böyle cezalandırdık onları nankörlüklerinden. Ve cezalandırır mıyız? Sadece Nankörleri.

١٨- وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا فِيهَا السَّيْرَ سِيرُوا فِيهَا لَيَالِيَ وَأَيَّامًا آمِنِينَ
18- Ve cealna beynehum ve beynel kurelleti barekna fiha kuren zahireten ve kadderna fihes seyr, siru fiha leyaliye ve eyyamen aminin.

18- Ve yaptık aralarında ve arasında memleketlerin ki bereketli kıldık orada memleketleri görülebilir ve takdir ettik oralarda yolculuk yapmayı. Yolculuk yapın oralarda geceleri ve gündüzleri emniyetle.

١٩- فَقَالُوا رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ أَسْفَارِنَا وَظَلَمُوا أَنفُسَهُمْ فَجَعَلْنَاهُمْ أَحَادِيثَ وَمَزَّقْنَاهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ
19- Fe kalu rabbena baidbeyne esfarina ve zalemu enfusehum fe cealnahum ehadise ve mezzaknahum kulle mumezzak, inne fi zalike le ayatin li kulli sabbarin şekur.

19- Ancak dediler ki: "Rabbimiz uzat mesafesini yolculuklarımızın." ve yanlış yaptılar kendilerine ve yaptık onları hadiseler ve parçaladık hepsini paramparça. Şüphesiz bunda elbette ayetler vardır dayanıp minnettar olanlar için

٢٠- وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ إِبْلِيسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ إِلَّا فَرِيقًا مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ
20- Ve lekad saddaka aleyhim iblisu zannehu fettebeuhu illa ferikan minel muminin.

20- Ve gerçekten doğruydu onlar konusunda İblis, düşüncesinde. Peşinden gittiler onun, hariçti bir fırka; o da inananlardan.

٢١- وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِم مِّن سُلْطَانٍ إِلَّا لِنَعْلَمَ مَن يُؤْمِنُ بِالْآخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا فِي شَكٍّ وَرَبُّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ
21- Ve ma kane lehu aleyhim min sultanin illa li na'leme men yu'minu bil ahireti mimmen huve minha fi şekk, ve rabbuke ala kulli şeyin hafiz.

21- Ve olmamıştı onun için, onlar üzerinde bir gücü, sadece bilelim diye kim inanıyor ölümötesine ve o kim onlardan -onda- şüphe içinde. Ve Efendin tüm açığa çıkanı hafızaya alır 

(Hafıyz: Koruyan, kaydeden, hafıza. Şeyy: şartların oluşması sonucu ortaya çıkan vaziyet iyi de olur kötü de, bu kullarının imtihan içindeki eylemleri sonucu olur ve kayıt altına alınır hesab günü hiç bir itiraz edilemez)

٢٢- قُلِ ادْعُوا الَّذِينَ زَعَمْتُم مِّن دُونِ اللَّهِ لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ وَمَا لَهُمْ فِيهِمَا مِن شِرْكٍ وَمَا لَهُ مِنْهُم مِّن ظَهِيرٍ
22- Kulid'ullezine zeamtum min dunillah, la yemlikune miskale zerretin fis semavati ve la fil ardı ve ma lehum fihima min şirkin ve ma lehu minhum min zahir.

22- De: " Dua edin bakalım o Allah yanısıra uydurduğunuz kimselere. Sahib değildirler en ufak zerreye göklerde ve değildirler yerde ve yoktur onlar için ikisinde ortaklığa dair ve yoktur -O'nun için- onlardan bir arka çıkan

٢٣- وَلَا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ عِندَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ حَتَّى إِذَا فُزِّعَ عَن قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ قَالُوا الْحَقَّ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ
23- Ve la tenfeuş şefaatu indehu illa li men ezine leh, hatta iza fuzzia an kulubihim kalu maza kale rabbukum, kalul hakk, ve huvel aliyyul kebir.

23- Ve etmez fayda şefaat -Yanında- sadece kime izin verdiyse ona. Hatta ne zaman endişe giderilince kalblerinden, diyecekler: " Ne dedi Efendiniz?" Diyecekler: "Hakkı" ve O Aliyy'dir Kebir'dir.
 
٢٤- قُلْ مَن يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ قُلِ اللَّهُ وَإِنَّا أَوْ إِيَّاكُمْ لَعَلَى هُدًى أَوْ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
24- Kul men yerzukukum mines semavati vel ard, kulillahu ve inna ev iyyakum le ala huden ev fi dalalin mubin.

24- De: "Kim rızıklandırır sizi göklerden ve yerden? De: Allah. Ve şüphesiz biz veya siz elbette hidayetteyiz veya apaçık sapıklıktayız."

٢٥- قُل لَّا تُسْأَلُونَ عَمَّا أَجْرَمْنَا وَلَا نُسْأَلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ
25- Kul la tus'elune amma ecremna ve la nus'elu amma ta'melun.

25- De: "Sorulmayacak sizden cürümlerimiz ve sorulmayacak bizden amelleriniz."

٢٦- قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَلِيمُ
26- Kul yecmeu beynena rabbuna summe yeftehu beynena bil hakk, ve huvel fettahul alim.

26- De: "Cem edecek bizi Efendimiz sonra açacak aramızı -hakla- ve O Fettah'tır, Alim'dir.

(Fettah: açan, çözen. Alim: her şeyi her yönüyle bilen.)

٢٧- قُلْ أَرُونِي الَّذِينَ أَلْحَقْتُم بِهِ شُرَكَاء كَلَّا بَلْ هُوَ اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
27- Kul eruniyellezine elhaktum bihi şurekae kella, bel huvallahul azizul hakim.

27- De: "Gösterin bana o, O'na ilave edib ortak saydıklarınızı? Hayır, asla O, Allah Aziz'dir, Hakiym'dir."

( Allah: ismine özel olarak tek İlah. Aziyz: Güçlü olan, mağlub eden,hesab soran herkesin kendisine hesab vereceği yegane Kudret. Hakiym; doğru kararlar veren.)

٢٨- وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
28- Ve ma erselnake illa kaffeten lin nasi beşiren ve neziren ve lakinne ekseren nasi la ya'lemun.

28- Ve göndermedik seni, sadece tüm insanlık için müjdeci ve uyarıcı
velakin insanların çoğu bilmez.

٢٩- وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
29- Ve yekulune meta hazel va'du in kuntum sadikin.

29- Ve derler: "ne zaman bu vaad eğer siz doğruysanız?"

٣٠- قُل لَّكُم مِّيعَادُ يَوْمٍ لَّا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ
30- Kul lekum miadu yevmin la teste'hirune anhu saaten ve la testakdimun.

30- De: " Sizin randevu gününüz vardır onu erteleyemezsiniz bir saat ve öne de çekemezsiniz."


٣١- وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَن نُّؤْمِنَ بِهَذَا الْقُرْآنِ وَلَا بِالَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلَوْ تَرَى إِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِندَ رَبِّهِمْ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ الْقَوْلَ يَقُولُ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَا أَنتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنِينَ
31- Ve kalellezine keferu len nu'mine bi hazel kur'ani ve la billezi beyne yedeyh, ve lev tera iziz zalimune mevkufune inde rabbihim, yerciu ba'duhum ila ba'dınil kavl, yekulullezinestud'ifu lillezinestekberu lev la entum le kunna muminin.

31- Ve der ki o inkacılar: " Asla inanmayacağız bu Kur'an'la ve o elleri arasındakilerle." Ah bir görsen o vakit zalimleri tutuklanmış olarak yanında Efendilerinin, dönecek bazısı bazısına söylenerek diyecek ki o Ezilen-ler Ezen-lere: "Eğer siz olmasa idiniz elbette olur idik inananlardan."

(Mevkuf: hapse atılmak- tevkif edilmek üzere tutuklanmış olan.)

٣٢-قَالَ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا أَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدَى بَعْدَ إِذْ جَاءكُم بَلْ كُنتُم مُّجْرِمِينَ
32- Kalellezinestekberu lillezinestud'ifu e nahnu sadednakum anil huda ba'de iz caekum bel kuntum mucrimin.

32- Diyecek ki o Ezen-ler o Ezilen-lere: " Biz mi uzaklaştırdık sizi hidayetten size geldikten sonra? Hayır siz de kabahatlisiniz."


٣٣- وَقَالَ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ إِذْ تَأْمُرُونَنَا أَن نَّكْفُرَ بِاللَّهِ وَنَجْعَلَ لَهُ أَندَادًا وَأَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَأَوُا الْعَذَابَ وَجَعَلْنَا الْأَغْلَالَ فِي أَعْنَاقِ الَّذِينَ كَفَرُوا هَلْ يُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
33- Ve kalellezinestud'ifu lillezinestekberu bel mekrul leyli ven nehari iz te'murunena en nekfure billahi ve nec'ale lehu endada, ve eserrun nedamete lemma raevul azab, ve cealnel aglale fi a'nakıllezine keferu, hel yuczevne illa ma kanu ya'melun.

33- Ve diyecek o Ezilen-ler o Ezen-lere: "Hayır manüplasyon yapıyordunuz gece ve gündüz öyle ki emrediyordunuz bize inkar etmemizi Allah'ı ve yapmamızı O'na eşler. Ve derin bir pişmanlık duyacaklar gördükleri vakit azabı ve yapacağız boyunlarını kelepçelenmiş o inkarcıların. Cezalandırılmaz mı onlar? Sadece ne amel ettiyseler.

٣٤- وَمَا أَرْسَلْنَا فِي قَرْيَةٍ مِّن نَّذِيرٍ إِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَا إِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُم بِهِ كَافِرُونَ
34- Ve ma erselna fi karyetin min nezirin illa kale mutrefuha inna bima ursiltum bihi kafirun.

34- Ve göndermeyelim bir memlekete bir uyarıcı, sadece der oranın sosyetesi: "Gerçek şu ki biz, size gönderilene de getirdiğine inanmayacağız."

٣٥- وَقَالُوا نَحْنُ أَكْثَرُ أَمْوَالًا وَأَوْلَادًا وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ
35- Ve kalu nahnu ekseru emvalen ve evladen ve ma nahnu bi muazzebin.

35- Ve derler: "Biz mal ve evlat bakımından güçlüyüz ve bize azab uğratılmaz."

٣٦- قُلْ إِنَّ رَبِّي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاء وَيَقْدِرُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
36- Kul inne rabbi yebsutur rızka limen yeşau ve yakdiru ve lakinne ekseren nasi la ya'lemun.

36- De: " Muhakkak Efendim yayar rızkı kim için isterse ve kısar da.  Ve lakin çoğu insanların bilmez.

(Rızkı Allah dilediğine, istediğine verir ve imtihan eder öte yandan da çalışıp çabalayana karşılığını verir bu ölümötesi yaşamda herkes yaptığının sonucu görecektir ibaresinin dünyadaki karşılığı ilmel yakiyn halidir.)

٣٧- وَمَا أَمْوَالُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُم بِالَّتِي تُقَرِّبُكُمْ عِندَنَا زُلْفَى إِلَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَأُوْلَئِكَ لَهُمْ جَزَاء الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِي الْغُرُفَاتِ آمِنُونَ
37- Ve ma emvalukum ve la evladukum billeti tukarribukum indena zulfa illa men amene ve amile salihan fe ulaike lehum cezaud dı'fi bima amilu ve hum fil gurufati aminun.

37- Ve ne mallarınız ve ne de evlatlarınız yaklaştıracak değildir sizi Yanımıza mertebece, sadece kim inanır ve iyi işler yaparsa işte bunlara ki, onlaradır ödül çifterli yaptıklarından ötürü ve onlar makamlarda güvendedirler.

(Zulf: yan, yanaşma, mertebe. Ğurufat: cennette odalar, makamlar.)

٣٨- وَالَّذِينَ يَسْعَوْنَ فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُوْلَئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ
38- Vellezine yes'avne fi ayatina muacizine ulaike fil azabi muhdarun.

38- Ve kimler çabalarsa ayetlerimizi aciz bırakmak için, işte bunlar azab içinde hazır bulundurulacaklardır

٣٩- قُلْ إِنَّ رَبِّي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَهُ وَمَا أَنفَقْتُم مِّن شَيْءٍ فَهُوَ يُخْلِفُهُ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ
39- Kul inne rabbi yebsutur rızka li men yeşau min ibadihi ve yakdiru leh, ve ma enfaktum min şeyin fe huve yuhlifuh, ve huve hayrur razikin.

39- De: "Muhakkak Efendim yayar rızkı kim için isterse kullarından ve kısar da onlara, ve ne harcarsanız varlığınızdan, böylece O, yerini doldurur. Ve O, rızık verenlerin en iyisidir."

٤٠- وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا ثُمَّ يَقُولُ لِلْمَلَائِكَةِ أَهَؤُلَاء إِيَّاكُمْ كَانُوا يَعْبُدُونَ
40- Ve yevme yahşuruhum cemian summe yekulu lil melaiketi e haulai iyyakum kanu ya'budun.

40- Ve bir gün toplayacak onları topluca sonra diyecek meleklere: "Bunlar mı idi size kulluk edenler?"

٤١- قَالُوا سُبْحَانَكَ أَنتَ وَلِيُّنَا مِن دُونِهِم بَلْ كَانُوا يَعْبُدُونَ الْجِنَّ أَكْثَرُهُم بِهِم مُّؤْمِنُونَ
41- Kalu subhaneke ente veliyyuna min dunihim, bel kanu ya'budunel cinn, ekseruhum bihim mu'minun.

41- Diyecekler: "Subhaneke! Sen Veli'mizsin yanında onların. Hayır! kulluk ediyorlardı cinlere. Çoğusu onlara inananlardı.

(Subhaneke: Her şeyin Yaratıcısı, Sahibi, İlahı iradeli veya iradesiz tesbih etmesi anması. Veli: Dost, Yakın, Sahib, Koruyucu.)

٤٢- فَالْيَوْمَ لَا يَمْلِكُ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ نَّفْعًا وَلَا ضَرًّا وَنَقُولُ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّتِي كُنتُم بِهَا تُكَذِّبُونَ
42- Fel yevme la yemliku ba'dukum li ba'dın nef'an ve la darra, ve nekulu lillezine zalemu zuku azaben narilleti kuntum biha tukezzibun.

42- Artık bugün yetmez gücü bazınızın bazınız için bir faydaya ve zarara. Ve diyeceğiz o zalimlere: "Tadın azab-ı narı ki siz onu yalanlamış idiniz."

٤٣- وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هَذَا إِلَّا رَجُلٌ يُرِيدُ أَن يَصُدَّكُمْ عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ آبَاؤُكُمْ وَقَالُوا مَا هَذَا إِلَّا إِفْكٌ مُّفْتَرًى وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَاءهُمْ إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّبِينٌ
43- Ve iza tutla aleyhim ayatuna beyyinatin kalu ma haza illa raculun yuridu en yasuddekum amma kane ya'budu abaukum, ve kalu ma haza illa ifkun muftera ve kalellezine keferu lil hakkı lemma caehum in haza illa sihrun mubin.

43- Ve ne zaman okunduğunda onlara ayetlerimiz anlaşılır şekilde, derler: " Değildir bu! sadece bir adam; istiyor uzaklaştırmak sizi kulluk etmiş olduklarından babalarınızın." Ve derler: " Değildir bu! sadece uydurulmuş bir yalandır." Ve dedi o inkar edenler -gerçek hakkında- geldiğinde onlara; " değildir bu, sadece apaçık bir büyüdür."

٤٤- وَمَا آتَيْنَاهُم مِّن كُتُبٍ يَدْرُسُونَهَا وَمَا أَرْسَلْنَا إِلَيْهِمْ قَبْلَكَ مِن نَّذِيرٍ
44- Ve ma ateynahum min kutubin yedrusuneha ve ma erselna ileyhim kableke min nezir.

44- Ve vermemiştik onlara ders görebilecekleri kitablardan ve göndermemiştik onlara senden önce bir uyarıcı.

٤٥- وَكَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَمَا بَلَغُوا مِعْشَارَ مَا آتَيْنَاهُمْ فَكَذَّبُوا رُسُلِي فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ
45- Ve kezzebellezine min kablihim ve ma belegu mi'şare ma ateynahum fe kezzebu rusuli, fe keyfe kane nekir.

45- Ve yalanlamış idi onlardan öncekiler ve ulaşmış değil idiler onda birine, ne vermişti isek onlara peşinden yalanlamış idiler Rasüllerimizi. Bak nasıl oldu inkarım!


٤٦- قُلْ إِنَّمَا أَعِظُكُم بِوَاحِدَةٍ أَن تَقُومُوا لِلَّهِ مَثْنَى وَفُرَادَى ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا مَا بِصَاحِبِكُم مِّن جِنَّةٍ إِنْ هُوَ إِلَّا نَذِيرٌ لَّكُم بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَدِيدٍ
46- Kul innema eızukum bi vahideh, en tekumu lillahi mesna ve furada summe tetefekkeru, ma bi sahıbikum min cinneh, in huve illa nezirun lekum beyne yedey azabin şedid.

46- De: "Sadece vaaz ediyorum size bir şeyle, o da şudur: kalkın Allah için çifterli ve fertler olarak sonra fikir yürütün. Yoktur arkadaşınızda bir cinnet. Değildir o, sadece bir uyarıcıdır sizin için ellerinizin arasındaki şiddetli işkenceden."

٤٧- قُلْ مَا سَأَلْتُكُم مِّنْ أَجْرٍ فَهُوَ لَكُمْ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى اللَّهِ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
47- Kul ma seeltukum min ecrin fe huve lekum, in ecriye illa alallah, ve huve ala kulli şeyin şehid.

47- De: "İstemiyorum sizden bir ücret, böylece o sizin içindir. Yoktur ücretim, sadece üzerinedir Allah'ın. ve O her şeyin üstünde bir Şehid'dir."

(Ala: üzerinde, üstünde. Şey: burada özellikle kulların yaptıkları eylemler manasında. Şehid: Yaradan olarak, kullarının yapıp ettiklerini Gören,Bilen,Haberdar olan Hazır bulunan, Kaydeden ve tabii olarak türkçeye yansımış şekliyle Kendisi Şahit olarak yeterdir.)

٤٨- قُلْ إِنَّ رَبِّي يَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَّامُ الْغُيُوبِ
48- Kul inne rabbi yakzifu bil hakk, allamul guyub.

48- De: "Muhakkak Efendim atar hakkı, Allame'dir kayb-olanlara."

(Allamul Guyub: derinlerde olanı bilen. idrak edilemeyenleri ilmiyle kuşatan. insanların içlerinde olanı, geçeni bilen demektir.)

٤٩- قُلْ جَاء الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُعِيدُ
49- Kul cael hakku ve ma yubdiul batılu ve ma yuid.

49- De:" Geldi hak ve başlatacak değildir batıl ve tekrar edecekte.

٥٠- قُلْ إِن ضَلَلْتُ فَإِنَّمَا أَضِلُّ عَلَى نَفْسِي وَإِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوحِي إِلَيَّ رَبِّي إِنَّهُ سَمِيعٌ قَرِيبٌ
50- Kul in dalaltu fe innema edıllu ala nefsi, ve in ihtedeytu fe bima yuhi ileyye rabbi, innehu semiun karib.

50- De: " Eğer saparsam bilin ki sadece saparım kendi üzerime. Ve eğer doğruyu bulursam bilin ki bu da vahy etmesindendir bana Efendimin. Şüphesiz O, Semi'dir, Kariyb'tir.

(Semi: Her şeyi işiten, Kariyn: Her şeye yakın)

٥١- وَلَوْ تَرَى إِذْ فَزِعُوا فَلَا فَوْتَ وَأُخِذُوا مِن مَّكَانٍ قَرِيبٍ
51- Ve lev tera iz feziu fe la fevte ve uhızu min mekanin karib.

51- Ah bi görebilseydin endişeye kapılacakları zamanı, o vakit kaçış yok ve alınacaklardır yakın bir yerden.

(Fevte: kaçmak, geçip gitmek. Mekan-i Kariyb: insanın en yakın yeri, iç alemi veya şah damarı.)

٥٢- وَقَالُوا آمَنَّا بِهِ وَأَنَّى لَهُمُ التَّنَاوُشُ مِن مَكَانٍ بَعِيدٍ
52- Ve kalu amenna bih, ve enna lehumut tenavuşu min mekanin baid.

52- Ve diyecekler: "inandık onunla" ve nasıl onlar için elde edebilmek olabilir uzak bir yerden?

(Mekan-i Baid: hesap gününde dünya, imtihan anı bittiği için her şey geride, çok uzakta kalmıştır.)

٥٣- وَقَدْ كَفَرُوا بِهِ مِن قَبْلُ وَيَقْذِفُونَ بِالْغَيْبِ مِن مَّكَانٍ بَعِيدٍ
53- Ve kad keferu bihi min kabl, ve yakzifune bil gaybi min mekanin baid.

53- Ve gerçekten inkar etmişlerdi -onu- önceden. ve atıyorlardı kayb olana uzak bir yerden.

٥٤- وَحِيلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ كَمَا فُعِلَ بِأَشْيَاعِهِم مِّن قَبْلُ إِنَّهُمْ كَانُوا فِي شَكٍّ مُّرِيبٍ
54- Ve hile beynehum ve beyne ma yeştehune kema fuile bi eşyaihim min kabl, innehum kanu fi şekkin murib.

54- Ve bariyer konacak aralarına ve arasına şehvet ettiklerinin, tıpkı yapıldığı gibi şialarına önceden. Şüphesiz onlar olmuş idiler karışık bir şüphe içinde.

(Hiyle: iki şeyin arasına giren engel, bariyer, set. Eşya'ı: şianın çoğulu, topluluk, bir görüş, gelenek etrafındaki kalabalık. Olumlu manada da olumsuz mana da da kullanılmıştır. Misalen İbrahim Şiası olmak olumlu iken, dinlerini parça parça edip şialaşmak olumsuz.
Şekkin murib: karışık bir şüphe içinde bulunmak, tereddüt hali, cehaletten tırnaklarını yemek.)












29 Aralık 2019 Pazar

57 - Alak Denklemi -Lokman İkrası-









بسم الله الرحمن الرحيم
Bismi Allah Rahman’dır, Rahim’dir

الم ﴿١
1- Elif lâm mîm.

تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْحَكِيمِ ﴿٢
2- Tilke ayat'ul kitab'İl hakiym
2- Bu ayetler Kitab-ı Hakim'indir.

(Kitab-ı Hakiym; hikmetli bir kitap, bilge öğüt.)

هُدًى وَرَحْمَةً لِّلْمُحْسِنِينَ ﴿٣﴾
3- Hüda ve rahmet lil muhsiniyn
3- Rehber ve Rahmettir hayırseverler için

الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُم بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ ﴿٤﴾
4- O kimseler ikame ederler salatı ve ati ederler zekatı ve onlar ahirete ikandırlar
4- Onlar ki yönelişlerini yerine getirirler ve arınmak için verirler ve onlar ölümötesine emindirler.

(ÂHİRET

Kudret-bilinç boyutu
Hikmet kurallarının, dünya fizik kanunlarının geçerli olmadığı kudret yurdu
"Yok" olmanın söz konusu olmadığı, sınırsız devam edecek olan yaşam "an"ları.
Ölüm ertesinde başlayacak sonsuz yaşam...
Ölümötesi yaşamın tüm aşamaları
Her "şey"in sonu...
İnsanın bedeninin sonu
Ruhların sonu
Gelecek-içsel hakikat yaşamı
Bedensel ortaya koyduğumuzun bir an sonra bilincimizdeki yaşamı
Bilincinizde hissedip yaşadıklarınız
Dünya hayatından sonraki yaşam boyutu
Fizik bedensiz olarak içinde bulunduğun, yaşadığın boyut
Kişinin fizik biyolojik ölümü tattığı andan sonra, bedenin duygularının ortadan kalkıp, ruh olarak yaşamağa başladığı andan itibaren içinde bulunduğu boyut
"Ölümden sonraki sonsuz yaşamın devamı; bütün insanların ve cinlerin biraraya gelip yaptıklarının sonuçlarını görme süreci"
Kişinin bilincinde açığa çıkan-kendini sorguladığı yeni yaşam boyutu
Birimin şu andaki aklının, idrâkının ve hâlinin getireceği bir sonraki hâl
“El Hasîb” ismi sonucu oluşan yaşam boyutu
Dünyadaki bedenli yaşam sonrası, devam edegiden ve sonraki tüm boyutlara uzanan yaşam
Mâzeret öne sürme olanağı ve mâzeret mekanizmasının olmadığı yaşam boyutu
"Korunan"ların yaşam boyutu

 “SAL”
(Yöneliş)
Dışa-dışsal bir güce değil; “Kalb”indekine-Özündeki “Allah”a (Hakikatin olan Esmâ mertebesinin farkındalığı)
Kendileri yaratılıyor oldukları hâlde (ve) bir şey yaratmayanlara değil; Hakiki Fail olan-her an yeni bir şey yaratıp bunlarla da asla kayıtlanmayan ve sınırlanmayan Allah'a! (İnsanların doğasal olay veya varlıkları, Allâh yanı sıra ilâh-tanrı konumunda düşünmelerine atıf )
Allah yanı sıra ötede bir İlâh'a- tanrıya değil; Tüm özlerde mevcud olan O'na!
Yardıma muktedir olamadıkları gibi, kendi nefslerine de yardım edemeyenlere değil; Kudretiyle izhar ettiği tüm varlıkta iktidarı, tedbir ve tasarrufu geçerli olan mutlak - işlevsel kudret sahibi olan Allah'a!
Allâh dûnunda sizin benzerleriniz kullara değil;"Her şeyin melekûtu (Esmâ kuvveleri) elinde olan (tedbirâtın bu mertebeden açığa çıktığına işaret) Subhan'a! -Varlığındaki Hakikatine!
“SALÂT”(Namaz->Rabbine yöneliş)

TECELLİ
“NÜBÜVVET” İŞLEVİYLE BİLDİRİLEN SİSTEM
“ÖZ”ÜNDEN ZÂHİR OLANI HİSSEDİP BUNUN SONUÇLARINI YAŞAMAK
YAŞADIĞIN "AN"IN"Mİ'RÂC"I
“Risâlet” işlevinin açığa çıkardığı hakikate “iman” edilmişse, bu “iman” edilen “Hakikat”in yaşanması için bildirilen sistemin adı...
“Din”in direği
`Hakikat`in olan Esmâ mertebesine yöneliş(Bedensellik kavramından-DünyaNdan(Dünyadan) çıkıp Esmâ mertebesinde kendini bulup yaşamak
Yönelişin neticesi olarak istek, dua... Ama öyle bir dua ki, edenin içinde yok olduğu bir dua!.
Hakikatiniz olan Esmâ mertebesine yönelişin getirisi olan müşahede...
Allah nurunu görme
Sonsuzluk ve sınırsızlığa yönelmek
Kişinin beşeriyet dünyasından arınıp; Allah hakikatına yönelmesi...
"Öz"ündeki sonsuzluğa açılan pencere…
“Öz”e-“Öz”ünde mevcud olan Allah’a yönelme
"Öz"ündeki sonsuzluğa, o sonsuzluktaki huzura yöneliş…
Bâtının ve hakikatın olup, özünden Zâhir olanı hissedip, bunun sonuçlarını yaşamak
"Mümin"in "Mi'râc"ı
(Boyutsal anlamda) Hak'ka urûc…
"Mirâc"ın kapısını açan âfakî ve enfüsi yöneliş…
"Mi'râc" (Âfakî ve enfüsi yönelişi yaşama-Allah'a yönelişin getirisi)
"İman" edilen "Hakikat"in yaşanması için “Nübüvvet” işleviyle bildirilen Sistem(Allah'a yöneliş ile “Mi’rac"ı yaşama)
"Allah" isimleriyle bezenmiş ve oluşturulmuş beyin tarafından, okunan âyetler ve dualar ile ilgili konuda "yönlendirilmiş dalgalar" üretilerek bunları hem dışa, çevreye yayma; hem de "Ruha yükleme …
Mümkün olduğunca dış dünyadan soyutlanarak tam bir konsantrasyon içinde okunan manâları ruha yükleme yöntemi...
Varlığındaki Allah esmâsının azâmetini hissedip, tesbih etme ve bunun nefs’in hakikati olan Muhît olan tarafından algılandığını fark etme
Allah'ı görebilmek amacıyla, vehmi benlikle başlayan ve secdedeki yoklukla tamam olan yöneliş...
Bâtının ve hakikatin olup, özünden Zâhir olanı hissedip, bunun sonuçlarını yaşamak…
O'nun indinde hiçliğini, yok olduğunu yaşamakla başlayıp; kıyâmda, kendini dillendirişinin; rükûda, kudretinin önünde yaratılmışın kulluk etmekten başka şansı olmadığını açığa çıkarmasının; secdede, "Lillahil Vâhid'il Kahhar" hükmünün eserini ortaya koyuşunun yaşanışı…
(Toplumsal anlamda salâtın işlevi- cemaatle kılınan namaz) "İnananların inançları doğrultusunda güçlü beyin dalgalarını kullanmak suretiyle, topluma yararlı yön verme"…
(Namazın kaim kılınması anlamında-"Namazı kılarlar" ifadesiyle…)"Salât"ın ifade ettiği mânânın toplu olarak, elbirliğiyle gerçekleştirilmesi…
Pek çok beyinden yayılan güçlü yönlendirilmiş beyin dalgalarının istenilen amaca dönük bir şeyler oluşturması…
Allah'a olan mânevi borcumuz…
Huzur ve güven kaynağı.

 ÎKAN

"Yakîn" hali... ("Gözündeki perde kalksa da artmayacak olan yakîn"...
Basiretinin görüşü ve tasdiki...
İman ettiğin şeyi görür hâle gelmek...
"İman"dan sonra gelen, *"İhlâs"ı "Oku"mak*la başlayan, gördüğünün gereğini yaşamakla devam eden yakîn hâli...
Kesin olarak bilme hâli...
Başka türlüsü mümkün olmayan kesin gerçeği tesbit etme...
Olay hakkında hiç kuşku olmayan ve gelecekte de olmayacak idrâk hâli...
Kesin idrakten kaynaklanan kabul...
Dünya hayatından sonraki yaşam boyutunu görmek ve gereğini yaşamak...
"Ölüm ötesi yaşam" gerçeğini tartışma götürmeyen bir kesinlikle kavrama...
"Göremediğine-aklının ermediğine iman ve kabullenme"-den sonraki aşama... Gördüğünün gereğini yaşama...
Ölüm ötesi yaşamın tüm aşamalarına karşı kesin bilinç sahibi olmak(tüm Allah Rasûlu’ne imanı olanlarca kabul edildiği gibi tasdiki)...

ZEKÂT VERMEK
(Arınmak-Saflaşmak)
Allah`tan geleni halkla Hakk için paylaşmak
Tasarrufunda olanı karşılıksız vermek
Hakk için halktan, mülkten geçmek!
Varlıksızlıkta dâim olmak için, varlığından geçmek!.
“ALLAH” âlemlerden Ganî’dir; esası üzere “Gınâ”dan hisse almak!
HALK`ta “HAKK”ı görüp, ondan esirgememek!
Rabbin veren eli olmak...
Varlıksızlıkta dâim olmak için, varlığından geçmek...
“Allah” âlemlerden Ganî’dir; esası üzere “Gınâ”dan hisse alma...
Namazın Mi’râc'a dönüşmesinin sonrasında mâneviyattan aldığın güzellikleri çevrendekilerle paylaşmak...
Allah ahlâkıyla ahlâklanıp, Allah’ın kurmuş olduğu düzen ve sistem gereği verebilmek...
Allah’ın karşılıksız ihsan ettiğinden (zâhirde ve bâtında rızıklandırıldığından), sevdiklerinden Allah yolunda infak etmek(başkalarına karşılıksız bağışlamak)
İçinde yaşanılan topluma karşı kişinin toplumsal borcu...
Allah rızasını isteyerek/arayarak ve kendi enfüsünden bir tesbit (rabbine ait bir özellik) ile kendine karşılıksız verilenleri paylaşmak...
Kazandıklarınızın ve Arz’dan sizin için çıkarılanların temiz-helal-pozitiv olanlarından infak...
Sistem gereği, tıkanıklığınızı giderip, perdenizi kaldırma, kozanızı delmek... Ahmed Hulusi)

٥- أُوْلَئِكَ عَلَى هُدًى مِّن رَّبِّهِمْ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ 
5- Ulaike ala hüda min Rabbihim ve ulaike hum'ul muflihun
5- İşte bunlar üzerinedir hidayet Rablerinden ve işte bunlar ki onlar müflihlerdir
5- İşte bunlar üzerinedir rehberlik Efendilerinden ve işte bunlar ki onlar başarılı olanlardır

٦- وَمِنَ النَّاسِ مَن يَشْتَرِي لَهْوَ الْحَدِيثِ لِيُضِلَّ عَن سَبِيلِ اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَيَتَّخِذَهَا هُزُوًا أُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُّهِينٌ 

6- Ve minen nâsi men yeşterî lehvel hadîsi li yudılle an sebîlillâhi bi gayri ilmin ve yettehızehâ huzuvâ, ulâike lehum azâbun muhîn.

6- Ve insanlardan kim satın alırsa lehv-i hadisi dalalet etmek için sebil-i Allah'tan bi gayri ilm ve ittihaz edinirse huzvu, işte bunlar ki onlaradır azab-ı muhiyn

6- Ve insanlardan kim satın alırsa eğlenceli sözü -saptırmak için Allah yolundan- bilgisi olmaksızın ve alay edinerek, işte bunlar ki onlaradır aşağılayıcı azap

٧- وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِ آيَاتُنَا وَلَّى مُسْتَكْبِرًا كَأَن لَّمْ يَسْمَعْهَا كَأَنَّ فِي أُذُنَيْهِ وَقْرًا فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ

7- Ve iza tutla aleyhi ayatuna vellâ mustekbiran ke en lem yesma’hâ keenne fî uzuneyhi vakrâ, fe beşşirhu bi azâbin elîm
7- Ve ne zaman okunduğuna ona ayetlerimiz döner müstekbiran sanki duymamış gibi onları sanki uzunelerinde vakra varmış gibi. Artık beşreyle onu azab-ı elimle
7- Ve ne zaman okunduğunda ona ayetlerimiz, döner kibirlice sanki duymamış gibi onları, sanki kulakları sağırmış gibi. Artık müjdele onu elim bir 

٨- إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتُ النَّعِيمِ 

8- İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum cennâtun naîm.
8- Muhakkak ki o amenü olanlar ve ameli salih yapanlar ki onlaradır cennat-i naim
8- Muhakkak ki o inananlar ve iyi işler yapanlar ki onlaradır mutluluk bahçeleri

٩- خَالِدِينَ فِيهَا وَعْدَ اللَّهِ حَقًّا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ 
9- Hâlidîne fîhâ, va’dallâhi hakkâ, ve huvel azîzul hakîm.
9- Halidine orada, Allah vaadi haktır ve Hu El Aziyz'ul Hakiym
9- Ölümsüzce orada, Allah sözü gerçektir ve Hu el Aziz'dir El Hakiym'dir


١٠- خَلَقَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا وَاَلْقٰى فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِكُمْ وَبَثَّ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍۜ وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَر۪يمٍ

10- Halketti semavatı biğayri amedin görürsünüz onu! Ve ilka eyledi arzda dağlar,sallar diye sizi ve yaydı orda min külli dabbetin. Ve inzal eyledik semadan su ve inbat eyledik orda min külli zevcin keriym

10- Yarattı gökleri direksiz, görürsünüz onu! Ve koydu yere dağları, sallar diye sizi ve yaydı orada her türden debeleneni. Ve indirdik gökten su ve filizlendirdik orada her türden çifti cömerden

١١- هَذَا خَلْقُ اللَّهِ فَأَرُونِي مَاذَا خَلَقَ الَّذِينَ مِنْ دُونِهِ بَلِ الظَّالِمُونَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
11- Budur yaratması Allah'ın! Artık gösterin bana ne yarattı dünundakiler? Hayır, zalimler dalalet-i mübiyn'de-dir


( Dünu: Allah'ın indinde,yanında,yanısıra olanlar. Dalalet-i mubiyn: açık yanlışlık)

١٢- وَلَقَدْ آتَيْنَا لُقْمَانَ الْحِكْمَةَ أَنِ اشْكُرْ لِلَّهِ وَمَنْ يَشْكُرْ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَنْ كَفَرَ فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ حَمِيدٌ
12- Ve gerçekten verdik Lukman'a hikmeti, ki şükretsin Allah'a! Ve kim şükreder, artık sadece şükreder kendisi için! Ve kim küfreder, artık şüphesiz Allah Ğaniyy-u Hamiyd'dir


EL ĞANİYY... 
Esmâ'sının işaret ettiği özelliklerle sınırlanıp kayıtlanmayan ve o vasıflarla etiketlenmekten dahi münezzeh olan; "Ekberiyeti" dolayısıyla! Esmâ'sıyla sayısız sınırsız zengin olan!
EL HAMİYD...
Açığa çıkardığı evrensel kemâlâtı "Veliyy" ismi kapsamında açığa çıkardığı âlem sûretlerince seyredip değerlendirendir! Hamd yalnızca kendisine aittir!

HİKMET
"Sünnetullah" ilmi...
"Din" ilmi... "Sünnetullah" marifeti...
Allah Esmâ'sının âlemlerde oluşturduğu sistem ve düzenin çalışması...
"Bilgi"nin açığa çıkış sistemi...
Varlığın oluş sistem ve düzenini, oluş mekanizması...
"Sistem ve düzen"in gerçekleri...
Sebepler İlmi...
Oluşum sistemi bilgisi...
Kudretin, vesileyle örtülerek açığa çıkarılması işlevi...
Her "şey"in oluş sistem ve düzeni...Her "şey"in Hak tarafından yaratılma sebebi... Her fiilin oluşunda yatan sebep- gerekçe...
"Özbenliğinizin" vasfı...
Sistemli düşünme aklı...
Her şeyin nedenini, niçinini, nasılını bilme-anlama ilmi...
Yaradılışın sırrına erenin ağzından dökülen sözler...
Velinin sükûtu; ‘’Ârifi billah’’ın seslenişi...
Doğayı değerlendirebilme aracın...
Her şeyin oluş sistemini; hangi oluşların o şeyin olmasına yol açtığını düşünme ve değerlendirmeye vesile olan ilim...

١٣- وَإِذْ قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيم
13- Ve ne zaman dediğinde Lukman oğluna, ve o vaaz ederek:''Ya oğlum, ilişkilendirme Allah'a! Şüphesiz ilişkilendirmek elbette zulmün aziym-dir"

(Şirk: bir şeyi diğer bir şeyle ilişkilendirmek, denklemek, eşitlemek, ortak tutmak. zulmün aziym: büyük haksızlık.)

١٤- وَوَصَّيْنَا الْإِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْنًا عَلَى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ أَنِ اشْكُرْ لِي وَلِوَالِدَيْكَ إِلَيَّ الْمَصِيرُ
14- Ve yükledik insana ebeveynini, taşıdı onu annesi zayıflık üstüne zayıflıkla ve sütten kesilmesi iki yıldadır, böylece şükret Bana ve ebeveynine, Bana-dır varış

١٥- وَإِنْ جَاهَدَاكَ عَلَى أَنْ تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا وَصَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفًا وَاتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ أَنَابَ إِلَيَّ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

15- Ve eğer cehd ederseler sana -ilişkilendirmen hususunda- Benimle, -hakkında ilim sahibi olmadığın şeyi- Artık itaat etme onlara! Ve sahib ol onlara dünyada mağrufen ve tabi ol sebiline kim enab olursa Bana. Sonra Bana-dır merciiniz böylece söyleceğim size yaptıklarınızı.

15- Ve eğer didinirseler seninle - ilişkilendirmen konusunda- Benimle, -hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyi- Artık uyma onlara! Ve arkadaş ol onlara dünyada nezaketen ve tabi ol yoluna kim dönerse Bana. Sonra Bana-dır varışınız böylece söyleyeceğim size yaptıklarınızı

١٦- يَا بُنَيَّ إِنَّهَا إِنْ تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ فَتَكُنْ فِي صَخْرَةٍ أَوْ فِي السَّمَاوَاتِ أَوْ فِي الْأَرْضِ يَأْتِ بِهَا اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٌ

16- Ya oğlum; muhakkak o, olsa bir miskal hububat hardaldan, sonra olsa kayada veya semavatta veya arzda getirir onu Allah. Muhakkak Allah Latiyf-u Habiyr-dir

16- Ya oğul; şüphesiz o, olsa bir hardal tanesi ağırlığında, sonra olsa kayada ve göklerde veya yeryüzünde getirir onu Allah. Şüphesiz Allah Latiyf'dir, Habiyr'dir

EL HABİYR...
Açığa çıkan Esmâ özelliğinin "var"lığını, "Esmâ"sıyla meydana getiren olarak, onun durumundan haberi olan. Birime, kendisinden açığa çıkanla, ne mertebede anlayışa sahip olduğunu fark ettiren!
EL LATİYF
Yarattığının derûnunda ve varlığında gizli olan. Lütfu çok olan!

١٧- يَا بُنَيَّ أَقِمِ الصَّلَاةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَاصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ إِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ

17- Ya oğlum; ikame et salatı ve emret mağrufu ve nehy et münkerden ve sabr et üzerine isabet edene. Muhakkak bu azm'il umurdan-dır

17- Ya oğul ayakta tut yönelişini ve emret iyiliği ve men et kötülüğü ve dayan başına gelene. Şüphesiz bu azim gerektiren işlerdendir

١٨- وَلَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحًا إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ
18- Ve germe yanağını insanlar için ve yürüme arzda marahan. Muhakkak Allah sevmez külli muhtal'in fehur-u
18- Ve germe yanağını insanlara ve yürüme yeryüzünde böbürlenerek. Şüphesiz Allah, sevmez hepsini mağrur olup gururlananların

١٩- وَاقْصِدْ فِي مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِنْ صَوْتِكَ إِنَّ أَنْكَرَ الْأَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَمِيرِ
19- Ve doğal ol yürüyüşünde ve alçalt sesini. Şüphesiz kaba sesler elbette sesidir eşeklerin


٢٠- أَلَمْ تَرَوْا أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَأَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُنِيرٍ
20- Görmez misiniz şunu; Allah sehhar eyledi sizin için ne varsa semavatta ve ne varsa arzda ve esbağ eyledi üzerinize nimetlerini zahiren ve batinen. Ve insanlardan kimileri cedelleşir hakkında Allah'ın -biğayri ilmin- ve la hüda ve la kitab-in münir
20- Görmez misiniz şunu; Allah hizmete verdi sizin için ne varsa gökyüzünde ve ne varsa yeryüzünde ve saçtı üzerinize nimetlerini görünür ve görünmez. Ve insanlardan kimileri tartışır Allah hakkında -ilimleri olmaksızın- ve kılavuzsuz ve aydınlatıcı kitabsız


٢١- وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنْزَلَ اللَّهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا أَوَلَوْ كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ إِلَى عَذَابِ السَّعِيرِ
21- Ve ne zaman denilse onlara: '' Tabi olun ne inzal ettiyse Allah'' Derler: '' Hayır! Tabi oluruz neyle bulduysak onda babalarımızı.'' Velev olsa da şeytan çağırsa onları ila azabi-s sağire?
21- Ve ne zaman denilse onlara: '' Uyun ne indirdiyse Allah!'' Derler: '' Hayır! Uyarız neyde bulduysak babalarımızı onda.'' Velev ki şeytan çağırsa da mı onları alevli işkenceye?

ŞEYTAN
· "Mudill" İsminin mazharı
· Vehim
· Avuntunun oluşturucusu
· Bilinç
· İnsan için apaçık bir düşman
· İnatçı
· Hayırsız
· Rabbinin nimetine nankörlük eden
· İnsan bedeni(Hakikati olan "Esmâ" bileşimi itibarıyla ölümsüz bilinç varlık olan "insan"ı, bedenselliğe, kendini beden kabul etmeye çekmesi itibarıyla)
· Bedensellik kabulü vehmi
· Saptıran
· Şaşırtıp saptırıcı kuvveler
· Bedensel dürtüler
· Bedensellik gayyası kaynak: http://www.allahvesistemi.org/ahmedhulu.../kavramlar/seytan/

٢٢- وَمَنْ يُسْلِمْ وَجْهَهُ إِلَى اللَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى وَإِلَى اللَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ
22- Ve kim yüslim eder vechini ila Allah ve o muhsin olub, artık gerçekten istimsak etmiştir urvet-i vüskaya. Ve ila Allah-i akibet-ül umur
22- Ve kim teslim eder yüzünü Allah'a ve o iyiliksever olarak, sonra gerçekten yapışmıştır sapasağlam kulpa. Ve Allah'a-dır neticesi işlerin

٢٣- وَمَنْ كَفَرَ فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُ إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ فَنُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
23- Ve kim kefere olur, artık hazin olmayasın, küfrüne. Bize'dir mercii-leri böylece ünebbi edeceğiz onlara amel eylediklerini. Muhakkak Allah, Aliym-dir zat-ı sudurlarına
23- Ve kim inanmazsa, artık üzmesin seni inançsızlıkları. Bize'dir dönüşleri, böylece bildireceğiz onlara ne yaptıklarını. Şüphesiz Allah, Alim-dir özüne göğüslerin

EL ALİYM... “İlim” özelliği sebebiyle sınırsız sonsuz her şeyi ve her boyutu, her yönüyle Bilen!


٢٤- نُمَتِّعُهُمْ قَلِيلًا ثُمَّ نَضْطَرُّهُمْ إِلَى عَذَابٍ غَلِيظٍ
24- Metalandırırız onları kalilen sümme zararlandırırız onları ila azab-ı ğalize
24- Faydalandırırız onları biraz sonra zararlandırırız onları ağır bir işkenceye


٢٥- وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
25- Ve şüphesiz, eğer sual edersen onlara: '' Kim halak eyledi semavatı ve arzı?'' Elbette diyecekler: ''Allah.'' De: '' El hamdu li-Allah!'' Bel ekseriyeti la yağlemun-dur
25- Ve şüphesiz, sorsan onlara: '' Kim yarattı gökleri ve yeryüzünü?'' Elbette diyecekler: ''Allah.'' De: '' Övgü Allah içindir!'' Hayır! onların çoğu bilmezler.


٢٦- لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ
26- Li-Allahi ma fis semavati vel arz. İnne Allahe Hu vel Ğaniyy-u Hamiyd
26- Allah içindir ne varsa göklerde ve yeryüzünde. Şüphesiz Allah, Hu el Ğaniyy'dir, el Hamiyd'dir

EL ĞANİYY... 
Esmâ'sının işaret ettiği özelliklerle sınırlanıp kayıtlanmayan ve o vasıflarla etiketlenmekten dahi münezzeh olan; "Ekberiyeti" dolayısıyla! Esmâ'sıyla sayısız sınırsız zengin olan!
EL HAMİYD...
Açığa çıkardığı evrensel kemâlâtı "Veliyy" ismi kapsamında açığa çıkardığı âlem sûretlerince seyredip değerlendirendir! Hamd yalnızca kendisine aittir!

ALLÂH... Öyle bir isimdir ki... “Ulûhiyet”e işaret eder! “Ulûhiyet” hem “HÛ” ismi ile işaret edilen “Mutlak Zât” anlamını içerir; hem de “Zatî” İlim mertebesinde, ilmiyle ilmini seyir anlamında oluşmuş, “nokta”lar âlemlerini, her bir “nokta”yı oluşturan kendine özgü “Esmâ” mertebelerine işaret eder! “Zât”ı itibarıyla, “şey”in ayrı, “Esmâ”sı itibarıyla “şey”in aynı olan Allâh ismiyle işaret edilen; âlemlerden Ğaniyy ve benzeri olmayandır! Bu yüzdendir ki, “şey”i ve fiillerini Esmâ’sıyla yaratan Allâh ismiyle işaret edilen, Kur’ân-ı Kerîm’de “BİZ” işaretini kullanmaktadır. “Şey”de kendisinin gayrı yoktur! Bu konuda çok iyi anlaşılması gereken husus şudur: “Şey”den söz ettiğimizde “şey”in zâtı derken onun varlığını oluşturan “Esmâ mertebesinden” söz ederiz. “Şey”in zâtı hakkında tefekkür edilir, konuşulur. Allâh adıyla işaret edilenin Zâtı hakkında ise konuşmak muhaldir; yani kesinlikle olanaksızdır! Çünkü Esmâ özelliğinden meydana gelmişin, mutlak Zât hakkında fikir yürütmesi, “vahiy” yollu gelmiş bilgi ile dahi olsa -ki bu da olanaksızdır- mümkün olmaz! İşte bunu anlatmak sadedinde yolun sonu “hiç”likte biter, denmiştir!
HÛ... “HÛ’vAllâhulleziy lâ ilâhe illâ HÛ”! İster vahiy yollu gelsin, ister bilinç yollu üzerine eğilinsin, algılanan her “şey”in hakikatinin derûnu... Öylesine ki; Ekberiyet tecellisi sonucu önce “haşyeti”, sonucu olarak da “hiç”liği yaşatır ve bu yüzden de O’nun hakikatine erişilemez! “Basîretler ona ulaşmaz!” Mutlak bilinmezliğe ve kavranılmazlığa işaret ismidir! Nitekim “ALLÂH” dâhil tüm isimler “HÛ”ya bağlı geçer Kurân’da! “HU ALLÂHu EHAD”, “HU’ver Rahmânur Rahıym”, “Hu’vel’Evvelu vel’Ahıru vez’Zahiru vel’Batın”, “HU’vel Aliyyül Aziym”, “HU’ves Semiy’ul Basıyr” ve Haşr Sûresi’nin son üç âyeti gibi! Bu arada şunu da bir diğer okunuş şekli itibarıyla fark ederiz ki, isimlerin öncesindeki “HÛ” ismi işaretiyle önce tenzih vurgulaması yapılır, sonra da söz edilen isimlerle teşbihe işaret edilir. Bu da hiçbir zaman gözden kaçırılmaması gereken bir işarettir. ( Ahmed Hulusi)

٢٧- وَلَوْ أَنَّمَا فِي الْأَرْضِ مِنْ شَجَرَةٍ أَقْلَامٌ وَالْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِهِ سَبْعَةُ أَبْحُرٍ مَا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
27- Velev ennema fi arzi min şecerin ekalemun ve bahru yemudduhu min bağdihi seb'atun, ebhuri ma nefidet kelimatu Allah. İnne Allah Aziyz'un Hakiym
27- Velev ki olsa yeryüzünde ağaçtan kalemler ve deniz eklense ona, peşinden yedi denizler - bitmez kelimeleri Allah'ın-. Muhakkak Allah, Azizy'dir, Hakiym'dir

EL AZİYZ... Karşı konulmaz güç sahibi olarak, dilediğini uygulayan! Tüm âlemlerde dilediğini karşı çıkacak güç olmaksızın yerine getiren. Bu isim Rab ismiyle paralel çalışan bir isimdir. Rab özelliği Aziyz özelliğiyle hükmünü icra eder!
EL HAKİYM... İlminin kudretiyle açığa çıkmasını sebepler zincirine bağlayarak, nedenselliği oluşturan ve böylece kesret algılamasını oluşturan.


٢٨- مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ إِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ
28- Ma halkuküm ve la bağsüküm illa ke nefsin vahide. İnne Allah Semi'un Basiyr
28- Değildir yaratılışınız ve değildir diriltilişiniz, sadece -aynı bir kişi-. Muhakkak Allah, Semi'dir, Basiyr'dir

ES SEMİ’... Açığa çıkardığı Esmâ özelliklerini her an algılamakta olan. Farkındalığı ve kavramayı yaşatan. Bunun sonucu olarak Basıyr ismi özelliğini tetikleyen!
EL BASIYR... Açığa çıkan Esmâ özelliklerini her an seyir ile onlardan çıkanları değerlendirip, sonuçlarını oluşturan.


٢٩- أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى وَأَنَّ اللَّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ
29- E elem tera enne Allah yulicu leyle fi nehar ve yulicu nehari fi leyl ve sehhara şemse ve kamera küllün yecri ila eceli müsemma ve enne Allah bima teğmelune Habiyr
29- Görmez misin şunu; Allah girdirir geceyi gündüze ve girdirir gündüzü geceye ve hizmete verdi güneşi ve ayı, hepsi icra eder -isimlendirilmiş ecele kadar- ve şu ki Allah, yapmış olduklarınıza Habiyr'dir

EL HABİYR... Açığa çıkan Esmâ özelliğinin “var”lığını, “Esmâ”sıyla meydana getiren olarak, onun durumundan haberi olan. Birime, kendisinden açığa çıkanla, ne mertebede anlayışa sahip olduğunu fark ettiren!


٣٠- ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الْبَاطِلُ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ
30- Zalike bi enne Allahe Hu el Hakku ve enne ma yedune min dunihi el batilu ve enne Allahe Hu el Aliyyu'l Kebiyr
30- Bu şundandır; Allah Hu'dur, Hakk'tır, ve şu; neye dua ediyorsalar -Yanından- geçersizdir. Ve şu; Allah Hu'dur, Aliyy'dir, Kebiyr'dir


EL HAKK... Apaçık ortada olan Mutlak Hakikat! Açığa çıkan tüm işlevlerin hakikati ve kaynağı!
EL ALÎY... Yüce. Varlıkları Hakikat noktasından seyreden!
EL KEBİYR... Esmâ’sıyla yarattığı âlemlerinin büyüklüğü kavranamaz olan.
Dünu: Allah yanısıra, Allah indinde, nezdinde, katında.

٣١- أَلَمْ تَرَ أَنَّ الْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِنِعْمَتِ اللَّهِ لِيُرِيَكُمْ مِنْ آيَاتِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ
31- E lem tera enne fulki tecri fi bahri bi niğmeti Allahi li yuriyekum min ayatihi. inne fi zalike le ayati li kulli sabbarun şekur
31- Görmez misin şunu; gemiler akar denizde nimetiyle Allah'ın -göstermek için size- işaretlerinden. Şüphesiz bunda elbette işaretler vardır -dayanıp teşekkür eden- herkes için


٣٢- وَإِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجَّاهُمْ إِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ
32- Ve iza ğaşiyehum mevcun kezzuleli deavu Allah muhlisine LeHu dine, fe lemma necca-hum ile berri fe minhum muktesidun ve ma yechedu bi ayatiNa illa kullü hattarin kefur
32- Ve ne zaman örttüğünde onları dalga gölgeler gibi, -dua ederler Allah'a- samimice, -atfederek O'na dini- Ancak ne zaman kurtulduklarında karada, böylece içlerinden tutumlu olanlar vardır. Ve değildir didinenler ayetlerimizle sadece hepsi vefasız inkarcının


٣٣- يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْمًا لَا يَجْزِي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِهِ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِهِ شَيْئًا إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللَّهِ الْغَرُورُ
33- Ya eyyühe nasü etteku Rabbe-kum ve haşev yevmen la yeczi validun an veledi-hi ve la mevludun huve cazi an validi-hi şey'en. İnne vağde Allahi hakkun. Fe la teğurranne-kum hayat-u dünya ve la yeğurranne-kum bi Allahi ğarur

33- Ya insanlar, gözetin Rabbinizi ve korkun, o gün ödeyemez baba oğluna ve o oğul da ödeyemez babasına bir şey. Şüphesiz Allah'ın vaadi doğrudur. Artık aldatmasın sizi dünya hayatı ve aldatmasın sizi Allah'la, -aldatıcı-


٣٤- إِنَّ اللَّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
34- İnne Allah indehu ilmu saati ve yunezzilu ğayse ve yeğlemu ma fi erham ve ma tedri nefsun ma za teksibu ğada ve ma tedri nefsun bi eyyi erzi temutu inne Allah Aliymun Habiyr
34- Muhakkak Allah yanındadır bilgisi saatin ve indirir yağmuru ve bilir ne varsa rahimlerde ve bilmez bir kimse ne kazanacağını yarın ve bilmez bir kimse hangi yerde öleceğini. Şüphesiz Allah, Aliym'dir, Habiyr'dir












26 Aralık 2017 Salı

56 - Alak Denklemi -Saffat İkrası-



بسم الله الرحمن الرحيم
Bismi Allah Rahman’dır, Rahim’dir


١- وَالصَّافَّاتِ صَفًّا
1- Ve saflıca saflar...
1- Ve nitelikli katmanlar...

(Saf;nitelikli katman,nizam-i birlik.)

٢- فَالزَّاجِرَاتِ زَجْرًا
2- Ardından zecredib zecredenler...
2- Ardından azarlayıp kovanlar...

(Zecretmek; men etme, azarlama, kovma.)

٣- فَالتَّالِيَاتِ ذِكْرًا
3- Ardından taliyat edenler zikri ki;
 3- Sonra hatırlatıcıyı okuyanlar ki;

٤- إِنَّ إِلَهَكُمْ لَوَاحِدٌ
4- Muhakkak İlahınız, elbette Vahid'dir.
4- Şüphesiz İlahınız, elbette Vahid'dir.

(EL VÂHİD... Vâhid’ül EHAD... Sayısal çokluk kabul etmez TEK! Cüzlere bölünmemiş ve cüzlerden oluşmamış; panteizm anlamına gelmeyen Bir! Çokluk kavramının düştüğü, “yok”luğa kavuştuğu, hiçbir fikir ve düşüncenin ayak basamadığı TEK!)

٥- رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِ
5- Rabbi semavatın ve arzın ve arasındaki şeylerin ve Rabbi 
meşarik-ın.
5- Rabbi göklerin ve yerin ve arasındaki şeylerin ve Rabbi doğuların.

(Meşarik;maşrık,şark,doğu,güneşin doğduğu noktalar.)

٦- إِنَّا زَيَّنَّا السَّمَاء الدُّنْيَا بِزِينَةٍ الْكَوَاكِبِ
6- Muhakkak Biz ziynetledik sema-i dünyayı -zinet'il kevakib- le.
6- Şüphesiz Biz süsledik dünya semasını gezegenlerin süsüyle.

(Kevakib;gezegenler,yıldızlar,stars,planets.)

٧- وَحِفْظًا مِّن كُلِّ شَيْطَانٍ مَّارِدٍ
7- Ve hıfz eyledik küllünden şeytan-i marid-in.
7 Ve koruduk hepsinden isyankar şeytanların.

(Şeytan-i Marid;isyankar,asi,inatçı,azgın şeytan,iblis.)

٨- لَا يَسَّمَّعُونَ إِلَى الْمَلَإِ الْأَعْلَى وَيُقْذَفُونَ مِن كُلِّ جَانِبٍ
8- Sem' edemezler mele-i alayı ve ihraç edilirler külli cenabtan.
8- Dinleyemezler 'yüce kurulu' ve atılırlar her taraftan.

(Yukzifune;kuzife;atılmak,ihraç edilmek. Mele-i Ala hakkında bakınız; http://www.allahvesistemi.org/ahmedhulusidekavramlar/kavramlar/meleiala/index.htm
http://dersvekuran.blogcu.com/mele-i-a-la/10866923 )

٩- دُحُورًا وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌ
9- Duhur edilirler ve onlar içindir azab-ı vasıb.
9- Bozguna uğratılırlar ve onlar içindir bitmeyen azab.

(Duhur;yenilgiye uğratma,üstesinden gelme,geriye püskürtme. Azab-ı Vasıb; bitmeyen,tükenmeyen,kalıcı işkence,azap.)


١٠- إِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ
10- Sadece kim hatfederse bir hatfe, ardından tabi olur ona şihab-u sakib.
10- Ancak kim kapıp kaçırırsa, ardından takip eder onu delici bir göktaşı.

(Hatfetmek; hadıyfe;kaçırmak,bir şey kaçırmak,çalmak çırpmak. Şihab-u Sakib; delici alev topu, yakıp geçen meteor,göktaşı,akanyıldız.)


١١- فَاسْتَفْتِهِمْ اَهُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمْ مَنْ خَلَقْنَاۜ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ ط۪ينٍ لَازِبٍ
11- Böylece fetva iste onlardan, onlar mıdır şedid halkan ya da halkettiğimiz kimseler mi? Muhakkak Biz, halkettik onları tıyn-i lezib'ten.
11- Böylece sor onlara, onlar mıdır daha güçlü yaratılışen yoksa yarattığımız kimseler mi? Şüphesiz Biz yarattık onları yapışkan bir kilden.

(Feteve; sormak, bilgi istemek, fetva sormak. Tıyn; ıslandırılmış çamur işi, kil. Lezib; lezebe, sapasağlamca oturtulmuş, sert, yapışmış şey.)



١٢- بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَۖ
12- Hayır! Acayib buldun ve teshir ediyorlar
12- Doğrusu şaştın kaldın ve onlar alay ediyorlar

(Sehara; alay etmek, istihza etmek, eğlenmek.)

١٣- وَاِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَۖ
13- Ve ne zaman zikredildiğinde onlara, zikr etmezler.
13- Ve onlara hatırlatıldığı zaman, hatırlamazlar.

١٤- وَاِذَا رَاَوْا اٰيَةً يَسْتَسْخِرُونَۖ
14- Ve ne zaman gördüklerinde bir ayet, teshir ederler.
14- Bir işaret gördükleri vakit, alay ederler.

١٥- وَقَالُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ
15- Ve derler: "Değildir bu, sadece sihr-u mubiyn'dir."
15- Ve derler: "Bu apaçık bir büyüden başkası değildir"


١٦- ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ
16- Ne zaman mefta olduğumuzda, ve turab ve izame olduğumuzda mı, gerçekten ba's mı olunacağız?
16- "Öldüğümüz, ve toprak ve kemik olduğumuz vakit mi, gerçekten yeniden canlanacak mıyız?"

١٧- اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ
17- "Ya da evvelki babalarımız?"
17- "Veya önceki atalarımız?"


١٨- قُلْ نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَۚ
18- De: "Evet ve siz dahirun olarak."
18- De: "Evet ve siz horlanmış olarak."

(Dahirun: dehare, hakir görülmüş, aşağılanmış, horlanmış, boyun eğdirilmiş, küçük düşürülmüş.)




١٩- فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ
19- Böylece, sadece o zecrad-ü vahid-dir, sonra o vakit onlar nazar ederler.
19- Böylece, o sadece -tek bir bağırış- tır, sonra o zaman onlar bakınırlar.

٢٠- وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ
20- Ve derler: "Ya veyl olsun bize, bu din günüdür."
20- Ve derler: "Yazıklar olsun bize, bu karşılık günüdür."

(Din günü; "DİN" kelimesinin anlamlarından biri yönüyle, "yapılan işlerin karşılığına ermek" olarak anlaşılabilir... Ayrıca, "kesin itaat ve boyun eğme" mânâsına da gelir... Ahmed Hulusi)



٢١- هَذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذِي كُنتُمْ بِهِ تُكَذِّبُونَ 
21- Bu -yevm-ül fasl- ki siz onu tekzib ettiniz.
21- Bu "Ayırma Günü'dür" ki siz onu yalanladınız.

(Fasl: ayırma,belirleme,hüküm,yargı,karar.)




٢٢- احْشُرُوا الَّذِينَ ظَلَمُوا وَأَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَ
22- Haşredin o zulmedenleri ve zevcelerini ve ibadet ettikleri şeyleri...
22- Toplayın o zulmedenleri ve eşlerini ve kulluk ettikleri şeyleri...




٢٣- مِن دُونِ اللَّهِ فَاهْدُوهُمْ إِلَى صِرَاطِ الْجَحِيمِ
23- ...Allah dünundan! Artık ihda edin onları sırat-ı cehiyme.
23- ...Allah indinden! Artık ulaştırın onları cehennem yoluna.

٢٤- وَقِفُوهُمْ إِنَّهُم مَّسْئُولُونَ
24- Tevkif edin onları. Muhakkak onlar mes'uldürler.
24- Durdurun onları. Şüphesiz onlar sorumludurlar.

٢٥- مَا لَكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ
25- Ne oldu size yardımlaşmıyorsunuz?
25- Ne oldu size yardımlaşmıyorsunuz?


٢٦- بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ

26- Bilakis onlar el yevm müsteslimlerdir.
26- Aksine onlar bugün teslim olanlardır.



٢٧- وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَسَاءلُونَ
27- Ve mukabilen bazıları bazılarına sual ederler.
27- Ve karşılıklıca bazıları bazılarına sorarlar.



٢٨- قَالُوا إِنَّكُمْ كُنتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَمِينِ
28- Derler: "Muhakkak siz geliyor idiniz bize sağdan."
28- Derler: "Şüphesiz siz bize geliyordunuz sağdan."


٢٩- قَالُوا بَل لَّمْ تَكُونُوا مُؤْمِنِينَ
29- Derler: "Bilakis siz değildiniz mü'minler."
29- Derler: "Aksine siz inananlar olmadınız."


٣٠- وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ بَلْ كُنتُمْ قَوْمًا طَاغِينَ
30- Ve olmamıştı bizim üzerinizde bir sultanlık, bilakis siz kavm-i tağiyn idiniz.
30- Ve yoktu bizim üzerinizde bir gücümüz, aksine siz azgın bir topluluk idiniz.

٣١- فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَا إِنَّا لَذَائِقُونَ
31- Böylece hak oldu bize kavli Rabbimizin. Muhakkak biz, elbette zaik olanlarız.
31- Böylece gerçekleşti bize Rabbimizin sözü. Kesinlikle biz, kuşkusuz tadacak olanlarız.

٣٢- فَأَغْوَيْنَاكُمْ إِنَّا كُنَّا غَاوِينَ
32- Böylece ğavin eyledik sizi. Muhakkak biz, ğavinler olmuş idik.
32- Böylelikle azdırdık sizi. Şüphesiz biz, azgınlar olmuştuk.



٣٣- فَإِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ
33- Böylece muhakkak onlar, yevm-e izin azab-ı müşterektedirler.
33- Böylelikle şüphesiz onlar, o gün ortak bir eziyettedirler.




٣٤- إِنَّا كَذَلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ
34- Muhakkak biz, işte böyle yaparız mücrimlere.
34- Şüphesiz biz, işte böyle yaparız suçlulara.

٣٥- إِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ
35- Muhakkak onlar olmuş idiler; ne zaman denildiğinde onlara "La İlahe İlla Allah" müstekbirler.
35- Şüphesiz onlar olmuştular; ne zaman denildiğinde onlara: "Yoktur tanrı sadece Allah" büyüklenenler.

٣٦- وَيَقُولُونَ أَئِنَّا لَتَارِكُوا آلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَّجْنُونٍ
36- Ve derler:" Muhakkak biz miyiz, gerçekten terk eden ilahlarımızı şair-i mecnun için?" 
36- Ve derler: "Gerçekten biz miyiz, şüphesiz bırakan tanrılarımızı çılgın bir ozan için?"

٣٧- بَلْ جَاء بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَلِينَ
37- Bilakis geldi hakk-la ve tasdik eyledi murseliyn-i.
37- Aksine gerçekle geldi ve Rasülleri doğruladı.

٣٨- إِنَّكُمْ لَذَائِقُو الْعَذَابِ الْأَلِيمِ
38- Muhakkak siz, elbette zaik edeceksiniz azab-ı eliym-i.
38- Şüphesiz siz, gerçekten tadacaksınız acı işkenceyi.

٣٩- وَمَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
39- Ve cezalandırılmazsınız, sadece ne amel etmişseniz.
39- Ve cezalandırılmazsınız, sadece ne yapmış olduysanız.


٤٠- إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ
40- İlla ibade Allah-ı muhlisiyn.
40- Ancak Allah'ın samimi kulları.

٤١- أُوْلَئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَّعْلُومٌ
41- Bunlar ki, onlar içindir rızk-u ma'lum.
41- İşte bunlar ki, onlar içindir bilinen geçim.


٤٢- فَوَاكِهُ وَهُم مُّكْرَمُونَ
42- Fevakih, ve onlar mükremin-dirler.
42- Meyveler, ve onlar onurlandırılırlar.

(Mukremuyn: ikram edilme, sunulma, onurlandırılma, hürmet edilme, şereflendirilme.)

٤٣- فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ
43- Cennat-i naim-de.
43- Mutluluk bahçelerinde.

(Cennat-i naim: nimet, zevk, hoşnutluk, mutluluk bahçeleri.)

٤٤- عَلَى سُرُرٍ مُّتَقَابِلِينَ
44- Üzerinde surur-i mütekabiliyn.
44- Üzerinde karşılıklı kanepelerin.

٤٥- يُطَافُ عَلَيْهِم بِكَأْسٍ مِن مَّعِينٍ
45- Tavaf ettirilir üzerlerine bir ka'se maiyn-den.
45- Dolaştırılır üzerlerine gözesinden bir kase.

٤٦- بَيْضَاء لَذَّةٍ لِّلشَّارِبِينَ
46- Beyza, leziz şerbedenler için.
46- Ak, tatlı içenler için.

٤٧- لَا فِيهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنزَفُونَ 
47- Yoktur onda ğavl ve olmazlar ondan nezif.
47- Onda yoktur akılçarpan ve olmazlar ondan aklıgidenler.

(Ğavl; gaile,aklın çarpılması, niyetin huysuzlaşması, gulyabanilik. Nezif: genel anlamda kanama, aklın gitmesi, beynin zedelenmesi, hafıza kaybı, sarhoşluk)

٤٨- وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ عِينٌ 
48- Ve indlerinde kasırat-ı tarf-ı ıyn.
48- Ve yanlarında narin bakışlı gözler.

(Kasır: saray, köşk, kasırat- ı tarf-ı iyn: endamlı, narin, cilveli bakışlara sahib gözlüler.)

٤٩- كَأَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَّكْنُونٌ
49- Sanki onlar beyz-u meknun.
49- Sanki onlar gizlenmiş yumurtalar.




٥٠- فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَسَاءلُونَ
50- Böylece mukabilen bazıları bazılarına sual ederler.
50- Böylelikle karşılıklıca bazıları bazılarına sorarlar.




٥١- قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ إِنِّي كَانَ لِي قَرِينٌ
51- Der ki onlardan bir deyici: "Muhakkak ben; var idi benim için bir kariyn."
51- Der ki onlardan bir deyici: "Şüphesiz ben; vardı benim için bir yoldaş."




٥٢- يَقُولُ أَئِنَّكَ لَمِنْ الْمُصَدِّقِينَ
52- Der idi: "Muhakkak sen elbette musaddıklardan mısın?
52- Söylerdi: "Cidden sen gerçekten onaylayanlardan mısın?




٥٣- أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَئِنَّا لَمَدِينُونَ
53- "Ne zaman mevta ve turab ve izame olduğumuzda mı, muhakkak biz elbette mediynun mu olacağız?"
53- "Ne vakit ölü ve toprak ve kemik olduğumuzda mı, şüphesiz biz gerçekten ödetilecek miyiz?"




(Mediynun: borçlu, alacaklıya ödenmesi gereken borç.)



٥٤- قَالَ هَلْ أَنتُم مُّطَّلِعُونَ
54- Der: "Siz muttali misiniz?
54- Der: "Siz bilir misiniz?



(Muttali olmak: bilgi sahibi olmak, öğrenmek, bakmak.)




٥٥- فَاطَّلَعَ فَرَآهُ فِي سَوَاء الْجَحِيمِ
55- Böylece muttali oldular, ardından gördüler onu seva-il cehiym-de.
55- Böylece bildiler, ardından gördüler onu cehennemin ortasında.




(Seva'il Cehiym: cehennemin ortası,seva'i: eşit,orta,düz, adalet,normal.)




٥٦- قَالَ تَاللَّهِ إِنْ كِدتَّ لَتُرْدِينِ
56- Der: "Tallahi, şüphesiz neredeyse elbette mahvedecektin beni."
56- Der: "Tallahi, şüphesiz neredeyse gerçekten mahvedecektin beni."




(Tallahi: Allah adına bir yemin.Turdiyn: mahvetmek,bozmak.)




٥٧- وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبِّي لَكُنتُ مِنَ الْمُحْضَرِينَ
57- "Velev olmasaydı nimeti Rabbimin, elbette olacak idim muhzariyn-den."
57- "Ve eğer olmasaydı Rabbimin lütfu, gerçekten olacaktım hazırlanmış olanlardan."




٥٨- أَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّتِينَ
58- "Artık biz meyyit değil miyiz?"
58- "Sonra biz ölecek değil miyiz?"


٥٩- إِلَّا مَوْتَتَنَا الْأُولَى وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ
59- "Sadece -mevte'l ula- mız, ve değiliz biz muazzebiyn!."
59- "Sadece ilk ölümümüz ve biz eziyet çekmeyeceğiz!."

٦٠- إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ 
60- "Muhakkak bu, elbette o fevz-ül aziym-dir."
60- "Şüphesiz bu, gerçekten o büyük kazançtır."

٦١- لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلْ الْعَامِلُونَ
61- Bu misli için, artık amel eylesin amil olanlar.
61- Bunun gibisi için, artık çalışsın çalışanlar.

٦٢- أَذَلِكَ خَيْرٌ نُّزُلًا أَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ
62- Bu mudur hayran nuzülen veya şecerat-ü zakkum mu?
62- Bu mudur daha iyi konaklama ya da zakkum ağacı mı?

(Nuzülen, aşağı doğru, inilecek yer, Zakkum: dikenli, belalı bir meyve.)



٦٣- إِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِّلظَّالِمِينَ
63- Muhakkak Biz, yaptık onu bir fitne zalimler için.
63- Şüphesiz Biz, yaptık onu cezbedici yanlış yapanlar için.




(Fitne: büyüleyici, cezbedici, ipnotize edici, deneme.)




٦٤- إِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ فِي أَصْلِ الْجَحِيمِ
64- Muhakkak o şecere huruç eder esl-il cehiym-de.
64- Şüphesiz o ağaç çıkar cehennemin kökünde.




٦٥- طَلْعُهَا كَأَنَّهُ رُؤُوسُ الشَّيَاطِينِ
65- Talhı onun, ru-usü şeyatiyn gibidir.
65- Tomurcukları onun, şeytanların kafaları gibidir.



٦٦- فَإِنَّهُمْ لَآكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ
66- Böylece muhakkak onlar, elbette yiyecekler ondan, peşinden dolduracaklar ondan karınlarını.



66- Böylelikle şüphesiz onlar, mutlaka yiyecekler ondan, ardından dolduracaklar karınlarını.

٦٧- ثُمَّ إِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْبًا مِّنْ حَمِيمٍ 
67- Sonra muhakkak onlar için, onun üstüne elbette şevben mim hamiym.
67- Sonra şüphesiz onlara, onun üstüne mutlaka kaynar sudan bir karışım.

٦٨- ثُمَّ إِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى الْجَحِيمِ
68- Sonra muhakkak mercileri elbette cehiyme-dir.
68- Sonra şüphesiz dönüşleri mutlaka cehennemedir.

٦٩- إِنَّهُمْ أَلْفَوْا آبَاءهُمْ ضَالِّينَ
69- Muhakkak onlar buldular babalarını dalalettte.
69- Şüphesiz onlar buldular babalarını yanlış yolda.

(Elfev: buldu. Dalalet: sapkınlık, yoldan çıkmış, yanlış yolda olan.)



٧٠- فَهُمْ عَلَى آثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ
70- Böylece onlar, onların izleri üzerine koşuyorlardı.
70- Böylelikle onlar, onların izleri üzerine koşuyorlardı.


٧١- وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ أَكْثَرُ الْأَوَّلِينَ
71- Ve andolsun dalalette oldu onlardan önce ekseriyeti evvelkilerin.
71- Ve andolsun yoldan saptı onlardan önce evvelkilerin çoğu.

٧٢- وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا فِيهِم مُّنذِرِينَ
72- Ve andolsun irsal eyledik aralarında münzirler.
72- Ve andolsun gönderdik içlerinden uyarıcılar.


٧٣- فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنذَرِينَ
73- Artık inzar et nasıl oldu akıbeti münzeriyn-in.
73- Artık bak nasıl oldu sonu uyarılanların.



٧٤- إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ
74- İlla ibade Allah-ı muhlisiyn.
74- Ancak Allah'ın samimi kulları.

٧٥- وَلَقَدْ نَادَانَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُجِيبُونَ
75- Ve andolsun nida eyledi Bize, Nuh! Böylece elbette ni'mel mucibiyn-iz.
75- Ve andolsun çağırmıştı Bize Nuh! Böylelikle gerçekten ne güzel cevaplayanlarız.



٧٦- وَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ
76- Ve necad eyledik onu ve ehlini kerb'il aziym-den.
76- Ve kurtardık onu ve bağlılarını büyük sıkıntıdan.


(Ehl: insanlar, topluluk, yetkinlik, Nuh ve inançlıları, kendisine inanç yoluyla tabi olan her kişi.)

٧٧- وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمْ الْبَاقِينَ
77- Ve yaptık zürriyetini, baki olanlar.
77- Ve yaptık soyunu, kalıcı olanlar.

٧٨- وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ
78- Ve terk eyledik ona ahiriyn-de.
78- Ve bıraktık onun için diğerlerinde.


٧٩- سَلَامٌ عَلَى نُوحٍ فِي الْعَالَمِينَ
79- Selamun ala Nuh-i fil alemiyn.
79- Selam olsun üzerine Nuh'un evrenlerde.

٨٠- إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
80- Muhakkak Biz, işte böyle cezalandırırız muhsinleri.
80- Şüphesiz Biz, işte böyle cezalandırırız hayırseverleri.

٨١- إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ
81- Muhakkak o, min ibadina al- mu'miniyn-di.
81- Şüphesiz o, inanan kullarımızdandı.



٨٢- ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ
82- Sümme ağrak eyledik ahariyni.
82- Sonra boğduk diğerlerini.



٨٣- وَإِنَّ مِن شِيعَتِهِ لَإِبْرَاهِيمَ
83- Ve muhakkak şiasından idi elbette İbrahim.
83- Ve şüphesiz tarafındandı gerçekten İbrahim.

(Şiatihi: topluluğundan, tarafından, kolundan, türünden.)

٨٤- إِذْ جَاء رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ 
84- Ne zaman geldiğinden Rabbisine bi kalbi selim.
84- Ne vakit geldiğinde Rabbisine sağlam bir kalple.

٨٥- إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَاذَا تَعْبُدُونَ
85- Ne zaman dediğinde ebisine ve kavmine: "Nedir abid olduklarınız?"
85- Ne vakit dediğinde babasına ve halkına: " Nedir kulluk ettikleriniz?"



٨٦- أَئِفْكًا آلِهَةً دُونَ اللَّهِ تُرِيدُونَ
86- İfk ederek ilahlar dünunda Allah'ın murad edersiniz?
86- Allah yanısıra gerçekdışı tanrılar mı istiyorsunuz?

(İfk, iftira, aldatma, sahtecilik, kandırma, gerçeği değiştirme, gerçekdışılık, asılsızlık.)



٨٧- فَمَا ظَنُّكُم بِرَبِّ الْعَالَمِينَ
87- Artık nedir zannınız bi Rabb'il Alemiyn?
87- Böylece nedir düşünceniz evrenlerin Rabbiyle?

٨٨- فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِ
88- Ardından nazar ederek bir nazar nücum-da.
88- Peşinden bakarak bir bakışla yıldızlara.



٨٩- فَقَالَ إِنِّي سَقِيمٌ 
89- Böylece dedi: "Muhakkak ben sakimim."
89- Böylelikle dedi: "Şüphesiz ben cılızım."



٩٠- فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِرِينَ
90- Böylece tevelli eylediler ondan mudbiriyn.
90- Böylece dönüp gittiler ondan arkalarını.



٩١- فَرَاغَ إِلَى آلِهَتِهِمْ فَقَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ 
91- Böylece ferağ eyledi ilahlarına artık dedi:" Yemez misiniz?"
91- Böylelikle sokuldu tanrılarına, peşinden dedi: "Yemez misiniz?"

(Ravea: kurnazlıkla yanına sokulmak, sinsice boşluktan faydalanıp yönelmek.)

٩٢- مَا لَكُمْ لَا تَنطِقُونَ
92- "Ne oldu size nutuk etmezmisiniz?"
92- "Ne oldu size telaffuz etmezmisiniz?"

٩٣- فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْبًا بِالْيَمِينِ
93- Böylece ferağ eyledi onlara darben bil yemin.
93- Böylelikle sokuldu onlara darbe vurarak sağ eliyle.



٩٤- فَأَقْبَلُوا إِلَيْهِ يَزِفُّونَ 
94- Böylece mukabilen ona zifaf ederek.
94- Böylelikle karşılaştılar onla, birbirlerine girerek.

(Yezifun: zifaf, düğün, girmek.)



٩٥- قَالَ أَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَ 
95- Dedi:"İbadet mi ediyorsunuz nahit ettiğiniz şeylere?"
95- Dedi: "Kulluk mu ediyorsunuz oyduğunuz şeylere?"



٩٦- وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ
96- "VAllahi halak eyledi sizi ve amel ettiğiniz şeyleri."
96- "Ve Allah yarattı sizi ve yaptığınız şeyleri."



٩٧- قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَانًا فَأَلْقُوهُ فِي الْجَحِيمِ
97- Dediler: "Bina edin ona bir bina ardından ilka edin onu cehiyme."
97- Dediler: "İnşa edin ona bir bina, peşinden atın onu cehenneme."



٩٨- فَأَرَادُوا بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَسْفَلِينَ
98- Böylece irade ettiler ona bir keyd, ardından cail eyledik onları esfeliyn.
98- Böylece istediler onun için bir tuzak, peşinden yaptık onları aşağılanmışlar.



٩٩- وَقَالَ إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَى رَبِّي سَيَهْدِينِ
99- Ve dedi: "Muhakkak ben zahibim Rabbime, hidayet edecek bana."
99- Ve dedi: "Şüphesiz ben gidiyorum Rabbime, rehberlik edecek bana."



١٠٠- رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ
100- "Rabbim hibe eyle bana salihiyn-den."
100- "Efendim ver bana doğrulardan."



١٠١- فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ
101- Böylece büşra eyledik ona bi ğulam-i haliym.
101- Böylelikle müjdeledik onu uysal bir oğlanla.

(Halim: uysal,uslu,yumuşak,ezik,sabırlı.)



١٠٢- فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَى فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَى قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ
102- Böylece ne zaman baliğ olduğunda onunla say'a, dedi: "Ya büneyye! Muhakkak ben raye oldum menam-a ki ben izbah ediyordum seni, artık nazar eyle ne raye ediyorsun? Dedi: "Ya ebeti! İf'al eyle emr olunduğunu. Tecid edeceksin beni inşa Allah sabiriyn-den."
102- Böylece ne vakit eriştiğinde onunla beraber çabalamaya, dedi: "Ey oğulcuğum! Şüphesiz ben gördüm uykumda şunu ki ben boğazlıyordum seni, artık bak ne görüyorsun? Dedi: "Ey babacığım! Yap ne emrolunduysan. Bulacaksın beni -eğer dilerse Allah- sabredenlerden."




١٠٣- فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ
103- Böylece ne zaman islam olduklarında tella eyledi onu cebnine.
103- Böylece ne vakit teslim olduklarında yıktı onu alnı üzre.




١٠٤- وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَا إِبْرَاهِيمُ
104- Ve nida eyledik ona şöyle: "Ya İbrahim!"
104- Ve çağırdık ona şöyle: "Ey İbrahim!"



١٠٥- قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
105- Doğrusu sadık oldun rüyaya. Muhakkak Biz, işte böyle cezalandırırız muhsinleri.
105- Gerçekten onayladın görüşü. Şüphesiz Biz, işte böyle cezalandırırız hayırseverleri.



١٠٦- إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْبَلَاء الْمُبِينُ 
106- Muhakkak bu elbette o bela'ul mubiyn idi.
106- Şüphesiz bu, gerçekten o apaçık bir bela idi.

(Bela: dert, musibet, fitne, imtihan, deneme, test, içinden çıkılması zor olan durum.)

١٠٧- وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ 
107- Ve fidyeledik ona bi zibhi aziym.
107- Ve fidye verdik ona büyük bir boğazlık.

١٠٨- وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ
108- Ve terk eyledik ona ahiriyn-de.
108- Ve bıraktık onun için diğerlerinde.

١٠٩- سَلَامٌ عَلَى إِبْرَاهِيمَ 
109- Selamun ala İbrahim.
109- Selam olsun üzerine İbrahim.

١١٠- كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
110- İşte böyle cezalandırırız muhsinleri.
110- İşte böyle cezalandırırız hayırseverleri.


١١١- إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ
111- Muhakkak o, min ibadina al- mu'miniyn-di.
111- Şüphesiz o, inanan kullarımızdandı.


١١٢- وَبَشَّرْنَاهُ بِإِسْحَقَ نَبِيًّا مِّنَ الصَّالِحِينَ
112- Ve beşir eyledik ona İshak'ı -bir nebi- salihiynden.
112- Ve müjdeledik ona İshak'ı, doğrulardan bir nebi olarak.

(NEBİ
Nübüvvet kemâlâtının, beşeriyet sûreti ( “Dünya sûreti” ) altında açığa çıktığı zât...
Allah'ın, Müjdeleyici ve uyarıcı olarak bâ’s ettiği (nübüvvet kemâlatını açığa çıkardığı) kişi...
Nübüvvet görevini ifa eden…
Varlığını “Velâyet” hakikatından alan Zât…
Doğuştan Nübüvvet istidadına sahip olan Zât...
Alemlerin rabbı olan Allah`ı bilip, O`nun dilediğini "insan"lara tebliğ ile görevlenen kişi…
İlâhi nûrun zuhûru yanı ile beşerî yanı kendisinde birleştiren kişi...
Vahye dayanan bir sistemle görev yapan ...
Ötedekinin postacısı değil; "hakikatindekinin dili"... Kendi varlığında, boyutsal olarak eriştiği mertebenin hakikatını dillendiren...
Esma ve sıfatın efal aleminde açığa çıkış sistemini okuyup buna göre bir insanın kendi hakikatine ulaşması için neleri yapıp nelerden uzak durması için gerekenleri anlatan...
Benliğindeki Allah`ı müşahede ettikten sonra ona teslim olan ve Allah`ın emirlerini, yani Ulùhiyet hükümlerini, beşeriyetin saadetini meydana getirecek kurallar olarak beşere ulaştırma görevini ifa eden zât....
Kendi hakikatını bilerek, geldikleri toplumların yaşam düzeylerine göre bir ileri basamağı öneren görevli zât…
İnsanları Allah Dinine dâvet eden Görevli Zât…
·Yaşamı ölüm ötesinde devam edecek olan insana(devlete değil!.) "Din” yani “Sistem”i anlatarak, onların ölümötesi gerçeklere hazırlanması için görev almış kişi...
Beşere ilâhi hükümleri tebliğ ederek, ilâhi mânâları açıklayarak, Allah’a vâsıl olmalarını temin yolunda çalışma yapan Zât…
Bütün bu varlık âleminin tasarrufunun ötesinde, beşere ilâhi hükümleri tebliğ ederek, ilâhi mânâları açıklayarak, Allah’a vâsıl olmalarını temin yolunda çalışma yapan kişi…
Âlemin ve varlığın hakikatına, aslına ermiş olarak insanları Allah’a davet eden kişi… (Ahmed Hulusi)


١١٣- وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلَى إِسْحَقَ وَمِن ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ مُبِينٌ
113- Ve barik eyledik ona ve ala İshak. Ve zürriyetlerinden muhsinun, ve zalim-u li-nefsihi mubiyn.
113- Ve kutsiyet verdik ona ve İshak'ın üzerine. Ve nesillerinden iyilikyapanlar ve kendine apaçık haksızlıkyapanlar var.


١١٤- وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَى مُوسَى وَهَارُونَ 
114- Ve andolsun nimet verdik ala Musa ve Harun.
114- Ve gerçekten nimet verdik Musa'ya ve Harun'a.


١١٥- وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ
115- Ve necat eyledik ikisine ve kavimlerine min el kerb-il aziym-den.
115- Ve kurtardık ikisini ve halklarını büyük sıkıntıdan.


١١٦- وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ 
116- Ve nasr eyledik onlara böylece oldu onlar ğalibiyn.
116- Ve yardım ettik onlara böylece onlar galip geldiler.


١١٧- وَآتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَبِينَ
117- Ve ati eyledik ikisine kitab-ı mustebiyn-i.
117- Ve verdik ikisine açıklanmış kitabı.

١١٨- وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ
118- Ve hüda eyledik ikisine sırat-ı mustakıym-i.
118- Ve yönlendirdik ikisini doğru yola.

١١٩- وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْآخِرِينَ
119- Ve terk eyledik aleyhima fil ahiriyn.
119- Ve bıraktık onların ikisi için diğerlerine.

١٢٠- سَلَامٌ عَلَى مُوسَى وَهَارُونَ
120- Selamun ala Musa ve Harun.
120- Barış olsun üzerine Musa ve Harun'un.

١٢١- إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
121- Muhakkak Biz, işte böyle cezalandırırız muhsinleri.
121- Gerçekten Biz, işte böyle ödüllendiririz iyilikyapanları.


١٢٢- إِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ
122- Muhakkak onların ikisi min ibadin-al mu'miniyn.
122- Şüphesiz onların ikisi de inanan kullarımızdandı.



١٢٣- وَإِنَّ إِلْيَاسَ لَمِنْ الْمُرْسَلِينَ
123- Ve inne İlyas li men murseliyn.
123- Ve muhakkak İlyas, elbette gönderilenlerdendi.

١٢٤- إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ أَلَا تَتَّقُونَ
124- İz qale li qawmihi ela tettequn
124- Ne vakit dediğinde ahalisine, "Korunmayacak mısınız?"



١٢٥- أَتَدْعُونَ بَعْلًا وَتَذَرُونَ أَحْسَنَ الْخَالِقِينَ
125- E ted'une beğla ve tezerune ahsen'el haliqıyn
125- "Dua mı ediyorsunuz Ba'l'e ve bırakıyorsunuz Yaratanların En İyisini?"

(Ba'l Şam'da Bek adlı bir kent halkının putu idi. Şimdi buraya Ba'l-bek denmektedir. Bir görüş
(göre da B'al, Yemen dilinde tanrı anlamına gelir. Elmalılı Hamdi Yazır

١٢٦- وَاللَّهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ
126- Ve Allahe Rabbekum ve Rabbe ebaikum'ul evveliyn
126- "Ve Allah Efendiniz ve Efendisidir önceki babalarınızın."



١٢٧- فَكَذَّبُوهُ فَإِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ
127- Fe kezzebu-hu fe inne-hum le-muhzarun
127- Böylece yalanladılar onu, artık şüphesiz onlar, elbette hazır bulundurulacaklardır.



١٢٨- إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ
128- İlla ibade Allahi'l muhlisiyn
128- Sadece Allah'ın içten kulları.



١٢٩- وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ

129- Ve terekna aleyhi fi'l ahiriyn

129- Ve bıraktık onun için sonrakiler arasında.


١٣٠- سَلَامٌ عَلَى إِلْ يَاسِينَ
130- Selamun ala İlyasiyn
130- Barış olsun üzerine İlyas'ın!


١٣١- إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
131- İnna kezalike nezciy'el muhsinin
131- Şüphesiz, işte böyle cezalandırırız içten olanları.


١٣٢- إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ
132- İnne-hu min ibadi-ne'l mu'miniyn
132- Şüphesiz o, inanan kullarımızdandı.




١٣٣- وَإِنَّ لُوطًا لَّمِنَ الْمُرْسَلِينَ
133- Ve inne Lut'en li men el-murseliyn
133- Ve muhakkak Lut da, elbette gönderilenlerdendir.


١٣٤- إِذْ نَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ 
134- İz necceyna-hu ve ehle-hu ecmaiyn
134- Ne vakit kurtardığımızda onu ve gönüldaşlarının hepsini.



(Bakıldığında ( اهل) "yakınlık,ehliyet,aile efradı, gönüldaşlık, bir meseleye hakim olma marifeti vb. gibi bir çok mana ihtiva eder.)




١٣٥- إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ
135- İlla acuzen fi'l ğabiriyn
135- Sadece yaşlı biri, geride kalanların arasında.


١٣٦- ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ
136- Sümme demmerna'l ehariyn
136- Sonra yerle bir ettik diğerlerini.


١٣٧- وَإِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِم مُّصْبِحِينَ
137- Ve innekum le temurrune aleyhim musbihiyn
137- Ve muhakkak siz, elbette geçersiniz onlara sabahleyin.


١٣٨- وَبِاللَّيْلِ أَفَلَا تَعْقِلُونَ
138- Ve bil leyli e-fe-la teğqilun
138- Ve geceleyin de. Artık akıl etmez misiniz?

١٣٩- وَإِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ
139- Ve inne yunus le min el murseliyn
139- Ve muhakkak Yunus, elbette gönderilenlerdendi.

١٤٠- إِذْ أَبَقَ إِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ 
140- İz ebeka ila el fulki el meşhun
140- Ne vakit firar ettiğinde yüklü bir gemiye.

(Ebeka; kaçak, kaçış, firari, firar etmek. Feleke; gökle ilgili, orbit, yörünge, küre, astronomi. Fulki, yer küreyle ilgili, sandık, gemi. Meşhun; charger, yük, navlon, taşımacılık.)



١٤١- فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنْ الْمُدْحَضِينَ
141- Fe saheme fe kane min'el mudhaziyn



141- Böylece ok çekti ve reddedilenlerden oldu

(Mudhaziyn; iddiası çürütülen, bahsi kaybeden, kurayı kaybeden, reddedilen)



١٤٢- فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُلِيمٌ 
142- Fe'l tekmehu'l hutu ve huve mulimun
142- Böylece bir balina lokmaladı onu ve o suçlananlardan oldu

١٤٣- فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنْ الْمُسَبِّحِينَ
143- Fe levla ennehu kane min'el musbihiyn
143- Böylece eğer gerçekten o, olmuş olmasaydı tesbih edenlerden



١٤٤- لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
144- Le'lebise fi batnihi ila yevmi yub'asun
144- Elbette kalırdı karnının içinde ba's olunacakları güne değin

BÂ’S)

BEDEN SIÇRAMASI-BEDEN DÖNÜŞMESİ-RUHÂNİ DİRİLİŞ

Bilincin "Ölüm"ü tadması

Bilincin bir holografik boyuttan diğerine geçişi(Bir boyuttan, diğer bir boyuta geçiş)

Yeni bir doğum, yeni bir başlangıç, bir sonun ardındaki bir ilk!

Bilincin bedenin tükenişiyle birlikte yeni bir bedenle yaşamına devam etmesi
Bedenle ilgisi kesilen Bilincin ruhu kullanmaya başlaması
Yeni bir doğum, yeni bir başlangıç
Bir yapının son bulmasının akabinde ikinci bir yapının varolması
Bir sonun ardındaki bir ilk
Bir boyuttan, diğer bir boyuta geçiş
Bir yaşam bitiminin hemen akabinde başlayan yeni bir yaşam...
Yeni bir bedenle yeni bir boyutta oluşum...
Ruhâni Diriliş
Yeni bir yapıyla yaşama devam
Yeni bir bedenle yaşam
(Allah'a dönme. Ahmed Hulusi



١٤٥- فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَاء وَهُوَ سَقِيمٌ

145- Fe nebeznahu bil'arai ve huve sekıym

145- Böylece çıkardık onu çıplağa ve o hastalanmıştı


Nebeze; çıkarmak kovmak, atmak, bırakmak, Ari; doğal, çıplaklık. Sekim, hastalık.


١٤٦- وَأَنبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِّن يَقْطِينٍ
146- Ve enbetna aleyhi şecerate minyaktıniyn
146- Ve bitirdik üzerine kabaktan bir ağaç


١٤٧- وَأَرْسَلْنَاهُ إِلَى مِئَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ

147- Ve erselnahu ila mieti elfin ev yezidun

147- Ve gönderdik onu yüz bin veya daha fazlasına


١٤٨- فَآمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَى حِينٍ
148- Fe amenu fe metteğnahum ila hıyn
148- Böylece inandılar, peşinden metalandırdık onları bir süreliğine


١٤٩- فَاسْتَفْتِهِمْ أَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَ
149- Fe'steftihim e lirabbike'l benatu ve lehum el benun
149- Böylece fetva sor onlara, "Rabbin için kızlar ve onlar için erkekler midir

١٥٠- أَمْ خَلَقْنَا الْمَلَائِكَةَ إِنَاثًا وَهُمْ شَاهِدُونَ
150- Em halekna'l melaikete inasen vehum şahidun
150- Ya da yarattık melekleri dişiler ve onlar şahit miydiler


١٥١- أَلَا إِنَّهُم مِّنْ إِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَ
151- Ela innehum min ifkihim le yekulun
151- Hayır! Şüphesiz onlar uydurduklarından elbette derler

١٥٢- وَلَدَ اللَّهُ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
152- Velede Allahu ve innehum le kazibun
152- "Allah'ın çocuğu" ve şüphesiz onlar yalancıdırlar

VeledeAllahu; Allah'ın veledi,oğlu, çocuğu, doğuruşu



١٥٣- أَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَنِينَ
153- Estafe'l benati ale'l beniyne
153- Seçti mi kızları erkeklerin üzerine

١٥٤- مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ 
154- Me lekum keyfe tahkumun
154- Nedir sizin için? Nasıl hüküm veriyorsunuz

١٥٥- أَفَلَا تَذَكَّرُونَ
155- E fe la tezekkerun
155- Böylece hatırlamayacak mısınız

١٥٦- أَمْ لَكُمْ سُلْطَانٌ مُّبِينٌ
156- Em lekum sultan-u mubiyn
156- Ya da sizin için apaçık bir güç mü var?

Sultan-ı Mubiyn; başkaldırılamayan apaçık otorite, inkar edilemeyen kesin bilgi, güç, kudret



١٥٧- فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
157- Fe'tu bi kitabikum in kuntum sadikıyn
157- Böylece getirin kitabınızı eğer siz dürüstseniz


١٥٨- وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَبًا وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ إِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ
158- Ve cealu beynehu ve beyne'l cinneti neseben ve le kad alimeti'l cinnetu innehum le muhzarun
158- Ve yaptılar arasıyla ve cinler arasında bir soybağı ve andolsun bilir cinler, şüphesiz onlar elbette hazır bulundurulacaklardır

Cin, her türlü göze görünmez varlığın genel adıdır!
·Cinler "dumansız ateş"ten (ışınlardan-rasyasyondan-dalgadan) yaratılmıştır!
·Cinlerin yaratıldığı radyasyon, mesamete(gözeneklere, maddeye) nüfuz edici ve zehirleyicidir!
· Somut âlemin en lâtif sureti olarak cin sınıfı, kendinden kesif olan tabakadakilerin en büyük imtihan aracıdır
·Cinler konusunda şunları asla gözardı etmeyelim...
·Bazı İslâm düşünürlerinin "Cin" hakkındaki görüşleri...
·Cinler insanları aldatmak ve onları kendi hükümleri altına almak suretiyle birbirlerine karşı üstünlüklerini ispatlamaya çalışmaktadırlar!
·Cinlerin yaratılma sebebi de Allah'a kulluktur!
·İblis'in önderliğini kabul eden cin nesilleri, "Şeytan" ismiyle anılır! (Bkz. Ş / Şeytan / İblis'in şeytâniyet vasfı ne zaman ve nasıl açığa çıktı?)
·Cinlerin mülhime nefs irfanından gelen tasarruf gücüne karşı insanın tek savunma silâhı, imandır!(Bkz. Ş /Şeytanın mühlet istemesi)
·Cinler, terkiplerinde bir kısım esmânın zâhire çıkmaması dolayısiyle Allah'a şirk koşanlardandır!
·Cinler de hesap gününde yaptıklarından sorumlu olacaklardır!
·Yaratıcısının emrine uymamış olan cinler de cehennemde azâba uğrayacaklar!
·Cinler de aynen insanlar gibi Nebi ve Rasûllere tâbi olmakla yükümlüdür!
·Cinler arasında bir grup, bazı cinlerle "Allah" arasında hısımlık akrabalık iddia etmişlerdir! Ahmed Hulusi

١٥٩- سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ
159- Subhane Allahi amma yesifun
159- Subhan'dır Allah tanımladıkları şeylerden

 “SUBHAN
Ekber” olan(Tüm seyir ve dillendirilenlerin yalnızca "nokta"mızla ilgili olduğu; Allah’ın yalnızca “Ekber” olduğu gerçeği)
Her şeyin melekûtu (Esmâ kuvveleri) elinde olan
Semâlar ve arzda ne varsa hepsi de Kendisine ait olan ve her şeyin (kanitun) hükmünü yerine getirici olduğu “O”!
Esmâ'yı beşerî değer yargılarıyla sınırlayanların; El Esmâ ve El Hüsnâ'nın ne olduğunu fark edemeyenlerin ve "Ekberiyet"iyle Allah'ı bilmeyenlerin vasıflamalarından münezzeh olan
Her an yeni bir şey yaratıp bunlarla da asla kayıtlanmayan ve sınırlanmayan
Yersiz ve anlamsız bir şey yaratmaktan münezzeh, her an yeni bir şey yaratma hâlinde olan
Varlıkta gayrından ve varlıkla kayıtlanmaktan münezzeh olan... Ahmed Hulusi

١٦٠- إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ
160- İlla ibade Allahi el muhlesiyn
160- Sadece Allah'ın samimi kulları

١٦١- فَإِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ 
161- Fe innekum ve ma tağbudune
161- Artık muhakkak siz ve kulluk ettiğiniz şeyler

١٦٢- مَا أَنتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِنِينَ
162- Ma entum aleyhi bifatiniyn
162- Siz, Aleyhine büyüleyemezsiniz

١٦٣- إِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَحِيمِ
163- İlla men huve sa'l'il cehiym
163- Sadece o, cehenneme salınacak kimse

١٦٤- وَمَا مِنَّا إِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَّعْلُومٌ 
164- Ve ma minna illa lehu makamun mağlum
164- Ve bizden biri yoktur ki, sadece onun için -bilinen bir makam- olmasın

١٦٥- وَإِنَّا لَنَحْنُ الصَّافُّونَ
165- Ve inna le nahnu'l sa'ffun
165- Ve muhakkak biz, elbette biz katmanlarız

١٦٦- وَإِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ
166-Ve inna le nahnu'l musebbihuyn
166- Ve muhakkak biz, elbette biz tesbih edenleriz

١٦٧- وَإِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَ 
167- Ve in kanu le yekulun
167- Ve şüphesiz, elbette diyorlardı

١٦٨- لَوْ أَنَّ عِندَنَا ذِكْرًا مِّنْ الْأَوَّلِينَ
168- Lev enne indena zikren min el evvelîne
168- Eğer ki yanımızda bir hatırlatıcı olsaydı öncekilerden

١٦٩- لَكُنَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ
169- Lekunna ibade Allahi el muhlesiyn
169- Elbette olurduk Allah'ın samimi kulları

فَكَفَرُوا بِهِ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ﴿١٧٠﴾
170- Fe keferu bihi fe sevfe ya'lemûn
170- Böylece inkar ettiler onu, artık yakında bilecekler




وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ ﴿١٧١﴾
171- Ve lekad sebekat kelimetu-nâ li ibâdi-nâ el murselîne



171- Ve andolsun geçmişti sözümüz gönderilen kullarımız için


إِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنصُورُونَ ﴿١٧٢﴾
172- İnnehum lehum el mensûrûne
172- Muhakkak onlar, elbette onlar zafere erenlerdir




وَإِنَّ جُندَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ ﴿١٧٣﴾
173- Ve inne cunde-na le-hum el-ğalibun
173- Ve muhakkak askerlerimiz, elbette onlar galip gelecektir


فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّى حِينٍ ﴿١٧٤﴾
174- Fe tevelle an-hum hattâ hînin
174- Artık dön onlardan bir süre kadar

وَأَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ ﴿١٧٥﴾
175- Ve ebsir-hum fe sevfe yubsirun



175- Ve gör onları, artık yakında görecekler

أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ ﴿١٧٦﴾
176- E fe bi-azabi-na yesta'cilûne
176- ?Artık eziyetimize acele mi ediyorlar

فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَاء صَبَاحُ الْمُنذَرِينَ ﴿١٧٧﴾
177- Fe izâ nezele bi sâhati-him fe sâe sabâhu el munzerîne
177- Böylece ne zaman indiğinde alanlarına, artık kötü olur sabahları uyarılanların


وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّى حِينٍ ﴿١٧٨﴾
178- Ve tevelle an-hum hattâ hînin
178- Ve dön onlardan bir süre kadar

وَأَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ ﴿١٧٩﴾

179- Ve ebsir fe sevfe yubsirun
179- Ve gör, artık yakında görecekler


سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ ﴿١٨٠﴾

180- Subhane Rabbike Rabbi el İzzeti amma yesifun
180- Subhan'dır Rabbin, Rab İzzetli'dir tanımladıkları şeylerden

وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ ﴿١٨١﴾

181- Ve selamun ala el murseliyn
181- Ve barış olsun üzerine gönderilenlerin


وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿١٨٢﴾

182- Ve'lhamdu li-Allahi Rabbi'l alemiyn
182- Ve övgü Allah içindir, Alemlerin Efendisi'dir