بسم الله
الرحمن الرحيم
Bismi Allah Rahman’dır, Rahim’dir
١- وَالصَّافَّاتِ
صَفًّا
1- Ve
saflıca saflar...
1- Ve
nitelikli katmanlar...
(Saf;nitelikli
katman,nizam-i birlik.)
٢- فَالزَّاجِرَاتِ
زَجْرًا
2- Ardından
zecredib zecredenler...
2- Ardından
azarlayıp kovanlar...
(Zecretmek;
men etme, azarlama, kovma.)
٣- فَالتَّالِيَاتِ
ذِكْرًا
3- Ardından
taliyat edenler zikri ki;
3-
Sonra hatırlatıcıyı okuyanlar ki;
٤- إِنَّ
إِلَهَكُمْ لَوَاحِدٌ
4- Muhakkak
İlahınız, elbette Vahid'dir.
4- Şüphesiz
İlahınız, elbette Vahid'dir.
(EL VÂHİD...
Vâhid’ül EHAD... Sayısal çokluk kabul etmez TEK! Cüzlere bölünmemiş ve
cüzlerden oluşmamış; panteizm anlamına gelmeyen Bir! Çokluk kavramının düştüğü,
“yok”luğa kavuştuğu, hiçbir fikir ve düşüncenin ayak basamadığı TEK!)
٥- رَبُّ
السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِ
5- Rabbi
semavatın ve arzın ve arasındaki şeylerin ve Rabbi
meşarik-ın.
5- Rabbi
göklerin ve yerin ve arasındaki şeylerin ve Rabbi doğuların.
(Meşarik;maşrık,şark,doğu,güneşin
doğduğu noktalar.)
٦- إِنَّا
زَيَّنَّا السَّمَاء الدُّنْيَا بِزِينَةٍ الْكَوَاكِبِ
6- Muhakkak
Biz ziynetledik sema-i dünyayı -zinet'il kevakib- le.
6- Şüphesiz
Biz süsledik dünya semasını gezegenlerin süsüyle.
(Kevakib;gezegenler,yıldızlar,stars,planets.)
٧- وَحِفْظًا
مِّن كُلِّ شَيْطَانٍ مَّارِدٍ
7- Ve hıfz
eyledik küllünden şeytan-i marid-in.
7 Ve koruduk
hepsinden isyankar şeytanların.
(Şeytan-i
Marid;isyankar,asi,inatçı,azgın şeytan,iblis.)
٨- لَا
يَسَّمَّعُونَ إِلَى الْمَلَإِ الْأَعْلَى وَيُقْذَفُونَ مِن كُلِّ جَانِبٍ
8- Sem'
edemezler mele-i alayı ve ihraç edilirler külli cenabtan.
8-
Dinleyemezler 'yüce kurulu' ve atılırlar her taraftan.
(Yukzifune;kuzife;atılmak,ihraç
edilmek. Mele-i Ala hakkında
bakınız; http://www.allahvesistemi.org/ahmedhulusidekavramlar/kavramlar/meleiala/index.htm
http://dersvekuran.blogcu.com/mele-i-a-la/10866923
)
٩- دُحُورًا
وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌ
9- Duhur
edilirler ve onlar içindir azab-ı vasıb.
9- Bozguna
uğratılırlar ve onlar içindir bitmeyen azab.
(Duhur;yenilgiye
uğratma,üstesinden gelme,geriye püskürtme. Azab-ı Vasıb;
bitmeyen,tükenmeyen,kalıcı işkence,azap.)
١٠- إِلَّا
مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ
10- Sadece
kim hatfederse bir hatfe, ardından tabi olur ona şihab-u sakib.
10- Ancak
kim kapıp kaçırırsa, ardından takip eder onu delici bir göktaşı.
(Hatfetmek;
hadıyfe;kaçırmak,bir şey kaçırmak,çalmak çırpmak. Şihab-u Sakib; delici alev
topu, yakıp geçen meteor,göktaşı,akanyıldız.)
١١- فَاسْتَفْتِهِمْ
اَهُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمْ مَنْ خَلَقْنَاۜ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ ط۪ينٍ
لَازِبٍ
11- Böylece
fetva iste onlardan, onlar mıdır şedid halkan ya da halkettiğimiz kimseler mi?
Muhakkak Biz, halkettik onları tıyn-i lezib'ten.
11- Böylece
sor onlara, onlar mıdır daha güçlü yaratılışen yoksa yarattığımız kimseler mi?
Şüphesiz Biz yarattık onları yapışkan bir kilden.
(Feteve;
sormak, bilgi istemek, fetva sormak. Tıyn; ıslandırılmış çamur işi, kil. Lezib;
lezebe, sapasağlamca oturtulmuş, sert, yapışmış şey.)
١٢- بَلْ
عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَۖ
12- Hayır!
Acayib buldun ve teshir ediyorlar
12- Doğrusu
şaştın kaldın ve onlar alay ediyorlar
(Sehara;
alay etmek, istihza etmek, eğlenmek.)
١٣- وَاِذَا
ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَۖ
13- Ve ne
zaman zikredildiğinde onlara, zikr etmezler.
13- Ve
onlara hatırlatıldığı zaman, hatırlamazlar.
١٤- وَاِذَا
رَاَوْا اٰيَةً يَسْتَسْخِرُونَۖ
14- Ve ne
zaman gördüklerinde bir ayet, teshir ederler.
14- Bir işaret
gördükleri vakit, alay ederler.
١٥- وَقَالُٓوا
اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ
15- Ve
derler: "Değildir bu, sadece sihr-u mubiyn'dir."
15- Ve
derler: "Bu apaçık bir büyüden başkası değildir"
١٦- ءَاِذَا
مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ
16- Ne zaman
mefta olduğumuzda, ve turab ve izame olduğumuzda mı, gerçekten ba's mı
olunacağız?
16-
"Öldüğümüz, ve toprak ve kemik olduğumuz vakit mi, gerçekten yeniden
canlanacak mıyız?"
١٧- اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا
الْاَوَّلُونَۜ
17- "Ya
da evvelki babalarımız?"
17-
"Veya önceki atalarımız?"
١٨- قُلْ
نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَۚ
18- De:
"Evet ve siz dahirun olarak."
18- De:
"Evet ve siz horlanmış olarak."
(Dahirun:
dehare, hakir görülmüş, aşağılanmış, horlanmış, boyun eğdirilmiş, küçük
düşürülmüş.)
١٩- فَاِنَّمَا
هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ
19- Böylece,
sadece o zecrad-ü vahid-dir, sonra o vakit onlar nazar ederler.
19- Böylece,
o sadece -tek bir bağırış- tır, sonra o zaman onlar bakınırlar.
٢٠- وَقَالُوا
يَا وَيْلَنَا هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ
20- Ve
derler: "Ya veyl olsun bize, bu din günüdür."
20- Ve
derler: "Yazıklar olsun bize, bu karşılık günüdür."
(Din günü;
"DİN" kelimesinin anlamlarından biri yönüyle, "yapılan işlerin
karşılığına ermek" olarak anlaşılabilir... Ayrıca, "kesin itaat ve
boyun eğme" mânâsına da gelir... Ahmed Hulusi)
٢١- هَذَا
يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذِي كُنتُمْ بِهِ تُكَذِّبُونَ
21- Bu
-yevm-ül fasl- ki siz onu tekzib ettiniz.
21- Bu
"Ayırma Günü'dür" ki siz onu yalanladınız.
(Fasl:
ayırma,belirleme,hüküm,yargı,karar.)
٢٢- احْشُرُوا
الَّذِينَ ظَلَمُوا وَأَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَ
22- Haşredin
o zulmedenleri ve zevcelerini ve ibadet ettikleri şeyleri...
22- Toplayın
o zulmedenleri ve eşlerini ve kulluk ettikleri şeyleri...
٢٣- مِن
دُونِ اللَّهِ فَاهْدُوهُمْ إِلَى صِرَاطِ الْجَحِيمِ
23- ...Allah
dünundan! Artık ihda edin onları sırat-ı cehiyme.
23- ...Allah
indinden! Artık ulaştırın onları cehennem yoluna.
٢٤- وَقِفُوهُمْ
إِنَّهُم مَّسْئُولُونَ
24- Tevkif
edin onları. Muhakkak onlar mes'uldürler.
24- Durdurun
onları. Şüphesiz onlar sorumludurlar.
٢٥- مَا
لَكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ
25- Ne oldu
size yardımlaşmıyorsunuz?
25- Ne oldu
size yardımlaşmıyorsunuz?
٢٦- بَلْ
هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ
26- Bilakis
onlar el yevm müsteslimlerdir.
26- Aksine
onlar bugün teslim olanlardır.
٢٧- وَأَقْبَلَ
بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَسَاءلُونَ
27- Ve
mukabilen bazıları bazılarına sual ederler.
27- Ve
karşılıklıca bazıları bazılarına sorarlar.
٢٨- قَالُوا
إِنَّكُمْ كُنتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَمِينِ
28- Derler:
"Muhakkak siz geliyor idiniz bize sağdan."
28- Derler:
"Şüphesiz siz bize geliyordunuz sağdan."
٢٩- قَالُوا
بَل لَّمْ تَكُونُوا مُؤْمِنِينَ
29- Derler:
"Bilakis siz değildiniz mü'minler."
29- Derler:
"Aksine siz inananlar olmadınız."
٣٠- وَمَا
كَانَ لَنَا عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ بَلْ كُنتُمْ قَوْمًا طَاغِينَ
30- Ve
olmamıştı bizim üzerinizde bir sultanlık, bilakis siz kavm-i tağiyn idiniz.
30- Ve yoktu
bizim üzerinizde bir gücümüz, aksine siz azgın bir topluluk idiniz.
٣١- فَحَقَّ
عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَا إِنَّا لَذَائِقُونَ
31- Böylece hak
oldu bize kavli Rabbimizin. Muhakkak biz, elbette zaik olanlarız.
31- Böylece
gerçekleşti bize Rabbimizin sözü. Kesinlikle biz, kuşkusuz tadacak olanlarız.
٣٢- فَأَغْوَيْنَاكُمْ
إِنَّا كُنَّا غَاوِينَ
32- Böylece
ğavin eyledik sizi. Muhakkak biz, ğavinler olmuş idik.
32-
Böylelikle azdırdık sizi. Şüphesiz biz, azgınlar olmuştuk.
٣٣- فَإِنَّهُمْ
يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ
33- Böylece
muhakkak onlar, yevm-e izin azab-ı müşterektedirler.
33-
Böylelikle şüphesiz onlar, o gün ortak bir eziyettedirler.
٣٤- إِنَّا
كَذَلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ
34- Muhakkak
biz, işte böyle yaparız mücrimlere.
34- Şüphesiz
biz, işte böyle yaparız suçlulara.
٣٥- إِنَّهُمْ
كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ
35- Muhakkak
onlar olmuş idiler; ne zaman denildiğinde onlara "La İlahe İlla
Allah" müstekbirler.
35- Şüphesiz
onlar olmuştular; ne zaman denildiğinde onlara: "Yoktur tanrı sadece
Allah" büyüklenenler.
٣٦- وَيَقُولُونَ
أَئِنَّا لَتَارِكُوا آلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَّجْنُونٍ
36- Ve
derler:" Muhakkak biz miyiz, gerçekten terk eden ilahlarımızı şair-i
mecnun için?"
36- Ve
derler: "Gerçekten biz miyiz, şüphesiz bırakan tanrılarımızı çılgın bir
ozan için?"
٣٧- بَلْ
جَاء بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَلِينَ
37- Bilakis
geldi hakk-la ve tasdik eyledi murseliyn-i.
37- Aksine
gerçekle geldi ve Rasülleri doğruladı.
٣٨- إِنَّكُمْ
لَذَائِقُو الْعَذَابِ الْأَلِيمِ
38- Muhakkak
siz, elbette zaik edeceksiniz azab-ı eliym-i.
38- Şüphesiz
siz, gerçekten tadacaksınız acı işkenceyi.
٣٩- وَمَا
تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
39- Ve
cezalandırılmazsınız, sadece ne amel etmişseniz.
39- Ve
cezalandırılmazsınız, sadece ne yapmış olduysanız.
٤٠- إِلَّا
عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ
40- İlla
ibade Allah-ı muhlisiyn.
40- Ancak
Allah'ın samimi kulları.
٤١- أُوْلَئِكَ
لَهُمْ رِزْقٌ مَّعْلُومٌ
41- Bunlar
ki, onlar içindir rızk-u ma'lum.
41- İşte
bunlar ki, onlar içindir bilinen geçim.
٤٢- فَوَاكِهُ
وَهُم مُّكْرَمُونَ
42- Fevakih,
ve onlar mükremin-dirler.
42-
Meyveler, ve onlar onurlandırılırlar.
(Mukremuyn:
ikram edilme, sunulma, onurlandırılma, hürmet edilme, şereflendirilme.)
٤٣- فِي
جَنَّاتِ النَّعِيمِ
43- Cennat-i
naim-de.
43- Mutluluk
bahçelerinde.
(Cennat-i
naim: nimet, zevk, hoşnutluk, mutluluk bahçeleri.)
٤٤- عَلَى
سُرُرٍ مُّتَقَابِلِينَ
44- Üzerinde
surur-i mütekabiliyn.
44- Üzerinde
karşılıklı kanepelerin.
٤٥- يُطَافُ
عَلَيْهِم بِكَأْسٍ مِن مَّعِينٍ
45- Tavaf
ettirilir üzerlerine bir ka'se maiyn-den.
45-
Dolaştırılır üzerlerine gözesinden bir kase.
٤٦- بَيْضَاء
لَذَّةٍ لِّلشَّارِبِينَ
46- Beyza,
leziz şerbedenler için.
46- Ak,
tatlı içenler için.
٤٧- لَا
فِيهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنزَفُونَ
47- Yoktur
onda ğavl ve olmazlar ondan nezif.
47- Onda
yoktur akılçarpan ve olmazlar ondan aklıgidenler.
(Ğavl;
gaile,aklın çarpılması, niyetin huysuzlaşması, gulyabanilik. Nezif: genel
anlamda kanama, aklın gitmesi, beynin zedelenmesi, hafıza kaybı, sarhoşluk)
٤٨- وَعِنْدَهُمْ
قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ عِينٌ
48- Ve
indlerinde kasırat-ı tarf-ı ıyn.
48- Ve
yanlarında narin bakışlı gözler.
(Kasır:
saray, köşk, kasırat- ı tarf-ı iyn: endamlı, narin, cilveli bakışlara sahib
gözlüler.)
٤٩- كَأَنَّهُنَّ
بَيْضٌ مَّكْنُونٌ
49- Sanki
onlar beyz-u meknun.
49- Sanki
onlar gizlenmiş yumurtalar.
٥٠- فَأَقْبَلَ
بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَسَاءلُونَ
50- Böylece
mukabilen bazıları bazılarına sual ederler.
50-
Böylelikle karşılıklıca bazıları bazılarına sorarlar.
٥١- قَالَ
قَائِلٌ مِّنْهُمْ إِنِّي كَانَ لِي قَرِينٌ
51- Der ki
onlardan bir deyici: "Muhakkak ben; var idi benim için bir kariyn."
51- Der ki
onlardan bir deyici: "Şüphesiz ben; vardı benim için bir yoldaş."
٥٢- يَقُولُ
أَئِنَّكَ لَمِنْ الْمُصَدِّقِينَ
52- Der idi:
"Muhakkak sen elbette musaddıklardan mısın?
52-
Söylerdi: "Cidden sen gerçekten onaylayanlardan mısın?
٥٣- أَئِذَا
مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَئِنَّا لَمَدِينُونَ
53- "Ne
zaman mevta ve turab ve izame olduğumuzda mı, muhakkak biz elbette mediynun mu
olacağız?"
53- "Ne
vakit ölü ve toprak ve kemik olduğumuzda mı, şüphesiz biz gerçekten ödetilecek miyiz?"
(Mediynun:
borçlu, alacaklıya ödenmesi gereken borç.)
٥٤- قَالَ
هَلْ أَنتُم مُّطَّلِعُونَ
54- Der:
"Siz muttali misiniz?
54- Der:
"Siz bilir misiniz?
(Muttali
olmak: bilgi sahibi olmak, öğrenmek, bakmak.)
٥٥- فَاطَّلَعَ
فَرَآهُ فِي سَوَاء الْجَحِيمِ
55- Böylece
muttali oldular, ardından gördüler onu seva-il cehiym-de.
55- Böylece
bildiler, ardından gördüler onu cehennemin ortasında.
(Seva'il
Cehiym: cehennemin ortası,seva'i: eşit,orta,düz, adalet,normal.)
٥٦- قَالَ
تَاللَّهِ إِنْ كِدتَّ لَتُرْدِينِ
56- Der:
"Tallahi, şüphesiz neredeyse elbette mahvedecektin beni."
56- Der:
"Tallahi, şüphesiz neredeyse gerçekten mahvedecektin beni."
(Tallahi:
Allah adına bir yemin.Turdiyn: mahvetmek,bozmak.)
٥٧- وَلَوْلَا
نِعْمَةُ رَبِّي لَكُنتُ مِنَ الْمُحْضَرِينَ
57-
"Velev olmasaydı nimeti Rabbimin, elbette olacak idim muhzariyn-den."
57- "Ve
eğer olmasaydı Rabbimin lütfu, gerçekten olacaktım hazırlanmış
olanlardan."
٥٨- أَفَمَا
نَحْنُ بِمَيِّتِينَ
58-
"Artık biz meyyit değil miyiz?"
58-
"Sonra biz ölecek değil miyiz?"
٥٩- إِلَّا
مَوْتَتَنَا الْأُولَى وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ
59-
"Sadece -mevte'l ula- mız, ve değiliz biz muazzebiyn!."
59-
"Sadece ilk ölümümüz ve biz eziyet çekmeyeceğiz!."
٦٠- إِنَّ
هَذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
60-
"Muhakkak bu, elbette o fevz-ül aziym-dir."
60-
"Şüphesiz bu, gerçekten o büyük kazançtır."
٦١- لِمِثْلِ
هَذَا فَلْيَعْمَلْ الْعَامِلُونَ
61- Bu misli
için, artık amel eylesin amil olanlar.
61- Bunun
gibisi için, artık çalışsın çalışanlar.
٦٢- أَذَلِكَ
خَيْرٌ نُّزُلًا أَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ
62- Bu mudur
hayran nuzülen veya şecerat-ü zakkum mu?
62- Bu mudur
daha iyi konaklama ya da zakkum ağacı mı?
(Nuzülen,
aşağı doğru, inilecek yer, Zakkum: dikenli, belalı bir meyve.)
٦٣- إِنَّا
جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِّلظَّالِمِينَ
63- Muhakkak
Biz, yaptık onu bir fitne zalimler için.
63- Şüphesiz
Biz, yaptık onu cezbedici yanlış yapanlar için.
(Fitne:
büyüleyici, cezbedici, ipnotize edici, deneme.)
٦٤- إِنَّهَا
شَجَرَةٌ تَخْرُجُ فِي أَصْلِ الْجَحِيمِ
64- Muhakkak
o şecere huruç eder esl-il cehiym-de.
64- Şüphesiz
o ağaç çıkar cehennemin kökünde.
٦٥- طَلْعُهَا
كَأَنَّهُ رُؤُوسُ الشَّيَاطِينِ
65- Talhı
onun, ru-usü şeyatiyn gibidir.
65-
Tomurcukları onun, şeytanların kafaları gibidir.
٦٦- فَإِنَّهُمْ
لَآكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ
66- Böylece
muhakkak onlar, elbette yiyecekler ondan, peşinden dolduracaklar ondan
karınlarını.
66-
Böylelikle şüphesiz onlar, mutlaka yiyecekler ondan, ardından dolduracaklar
karınlarını.
٦٧- ثُمَّ
إِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْبًا مِّنْ حَمِيمٍ
67- Sonra
muhakkak onlar için, onun üstüne elbette şevben mim hamiym.
67- Sonra
şüphesiz onlara, onun üstüne mutlaka kaynar sudan bir karışım.
٦٨- ثُمَّ
إِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى الْجَحِيمِ
68- Sonra
muhakkak mercileri elbette cehiyme-dir.
68- Sonra
şüphesiz dönüşleri mutlaka cehennemedir.
٦٩- إِنَّهُمْ
أَلْفَوْا آبَاءهُمْ ضَالِّينَ
69- Muhakkak
onlar buldular babalarını dalalettte.
69- Şüphesiz
onlar buldular babalarını yanlış yolda.
(Elfev:
buldu. Dalalet: sapkınlık, yoldan çıkmış, yanlış yolda olan.)
٧٠- فَهُمْ
عَلَى آثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ
70- Böylece
onlar, onların izleri üzerine koşuyorlardı.
70-
Böylelikle onlar, onların izleri üzerine koşuyorlardı.
٧١- وَلَقَدْ
ضَلَّ قَبْلَهُمْ أَكْثَرُ الْأَوَّلِينَ
71- Ve
andolsun dalalette oldu onlardan önce ekseriyeti evvelkilerin.
71- Ve
andolsun yoldan saptı onlardan önce evvelkilerin çoğu.
٧٢- وَلَقَدْ
أَرْسَلْنَا فِيهِم مُّنذِرِينَ
72- Ve
andolsun irsal eyledik aralarında münzirler.
72- Ve
andolsun gönderdik içlerinden uyarıcılar.
٧٣- فَانظُرْ
كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنذَرِينَ
73- Artık
inzar et nasıl oldu akıbeti münzeriyn-in.
73- Artık
bak nasıl oldu sonu uyarılanların.
٧٤- إِلَّا
عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ
74- İlla
ibade Allah-ı muhlisiyn.
74- Ancak
Allah'ın samimi kulları.
٧٥- وَلَقَدْ
نَادَانَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُجِيبُونَ
75- Ve
andolsun nida eyledi Bize, Nuh! Böylece elbette ni'mel mucibiyn-iz.
75- Ve
andolsun çağırmıştı Bize Nuh! Böylelikle gerçekten ne güzel cevaplayanlarız.
٧٦- وَنَجَّيْنَاهُ
وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ
76- Ve necad
eyledik onu ve ehlini kerb'il aziym-den.
76- Ve
kurtardık onu ve bağlılarını büyük sıkıntıdan.
(Ehl:
insanlar, topluluk, yetkinlik, Nuh ve inançlıları, kendisine inanç yoluyla tabi
olan her kişi.)
٧٧- وَجَعَلْنَا
ذُرِّيَّتَهُ هُمْ الْبَاقِينَ
77- Ve
yaptık zürriyetini, baki olanlar.
77- Ve
yaptık soyunu, kalıcı olanlar.
٧٨- وَتَرَكْنَا
عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ
78- Ve terk
eyledik ona ahiriyn-de.
78- Ve
bıraktık onun için diğerlerinde.
٧٩- سَلَامٌ
عَلَى نُوحٍ فِي الْعَالَمِينَ
79- Selamun
ala Nuh-i fil alemiyn.
79- Selam
olsun üzerine Nuh'un evrenlerde.
٨٠- إِنَّا
كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
80- Muhakkak
Biz, işte böyle cezalandırırız muhsinleri.
80- Şüphesiz
Biz, işte böyle cezalandırırız hayırseverleri.
٨١- إِنَّهُ
مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ
81- Muhakkak
o, min ibadina al- mu'miniyn-di.
81- Şüphesiz
o, inanan kullarımızdandı.
٨٢- ثُمَّ
أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ
82- Sümme
ağrak eyledik ahariyni.
82- Sonra
boğduk diğerlerini.
٨٣- وَإِنَّ
مِن شِيعَتِهِ لَإِبْرَاهِيمَ
83- Ve
muhakkak şiasından idi elbette İbrahim.
83- Ve
şüphesiz tarafındandı gerçekten İbrahim.
(Şiatihi:
topluluğundan, tarafından, kolundan, türünden.)
٨٤- إِذْ
جَاء رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
84- Ne zaman
geldiğinden Rabbisine bi kalbi selim.
84- Ne vakit
geldiğinde Rabbisine sağlam bir kalple.
٨٥- إِذْ
قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَاذَا تَعْبُدُونَ
85- Ne zaman
dediğinde ebisine ve kavmine: "Nedir abid olduklarınız?"
85- Ne vakit
dediğinde babasına ve halkına: " Nedir kulluk ettikleriniz?"
٨٦- أَئِفْكًا
آلِهَةً دُونَ اللَّهِ تُرِيدُونَ
86- İfk
ederek ilahlar dünunda Allah'ın murad edersiniz?
86- Allah
yanısıra gerçekdışı tanrılar mı istiyorsunuz?
(İfk,
iftira, aldatma, sahtecilik, kandırma, gerçeği değiştirme, gerçekdışılık,
asılsızlık.)
٨٧- فَمَا
ظَنُّكُم بِرَبِّ الْعَالَمِينَ
87- Artık
nedir zannınız bi Rabb'il Alemiyn?
87- Böylece
nedir düşünceniz evrenlerin Rabbiyle?
٨٨- فَنَظَرَ
نَظْرَةً فِي النُّجُومِ
88- Ardından
nazar ederek bir nazar nücum-da.
88- Peşinden
bakarak bir bakışla yıldızlara.
٨٩- فَقَالَ
إِنِّي سَقِيمٌ
89- Böylece
dedi: "Muhakkak ben sakimim."
89-
Böylelikle dedi: "Şüphesiz ben cılızım."
٩٠- فَتَوَلَّوْا
عَنْهُ مُدْبِرِينَ
90- Böylece
tevelli eylediler ondan mudbiriyn.
90- Böylece
dönüp gittiler ondan arkalarını.
٩١- فَرَاغَ
إِلَى آلِهَتِهِمْ فَقَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ
91- Böylece
ferağ eyledi ilahlarına artık dedi:" Yemez misiniz?"
91-
Böylelikle sokuldu tanrılarına, peşinden dedi: "Yemez misiniz?"
(Ravea:
kurnazlıkla yanına sokulmak, sinsice boşluktan faydalanıp yönelmek.)
٩٢- مَا
لَكُمْ لَا تَنطِقُونَ
92- "Ne
oldu size nutuk etmezmisiniz?"
92- "Ne
oldu size telaffuz etmezmisiniz?"
٩٣- فَرَاغَ
عَلَيْهِمْ ضَرْبًا بِالْيَمِينِ
93- Böylece
ferağ eyledi onlara darben bil yemin.
93-
Böylelikle sokuldu onlara darbe vurarak sağ eliyle.
٩٤- فَأَقْبَلُوا
إِلَيْهِ يَزِفُّونَ
94- Böylece
mukabilen ona zifaf ederek.
94-
Böylelikle karşılaştılar onla, birbirlerine girerek.
(Yezifun:
zifaf, düğün, girmek.)
٩٥- قَالَ
أَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَ
95-
Dedi:"İbadet mi ediyorsunuz nahit ettiğiniz şeylere?"
95- Dedi:
"Kulluk mu ediyorsunuz oyduğunuz şeylere?"
٩٦- وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ
96-
"VAllahi halak eyledi sizi ve amel ettiğiniz şeyleri."
96- "Ve
Allah yarattı sizi ve yaptığınız şeyleri."
٩٧- قَالُوا
ابْنُوا لَهُ بُنْيَانًا فَأَلْقُوهُ فِي الْجَحِيمِ
97- Dediler:
"Bina edin ona bir bina ardından ilka edin onu cehiyme."
97- Dediler:
"İnşa edin ona bir bina, peşinden atın onu cehenneme."
٩٨- فَأَرَادُوا
بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَسْفَلِينَ
98- Böylece
irade ettiler ona bir keyd, ardından cail eyledik onları esfeliyn.
98- Böylece
istediler onun için bir tuzak, peşinden yaptık onları aşağılanmışlar.
٩٩- وَقَالَ
إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَى رَبِّي سَيَهْدِينِ
99- Ve dedi:
"Muhakkak ben zahibim Rabbime, hidayet edecek bana."
99- Ve dedi:
"Şüphesiz ben gidiyorum Rabbime, rehberlik edecek bana."
١٠٠- رَبِّ
هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ
100-
"Rabbim hibe eyle bana salihiyn-den."
100-
"Efendim ver bana doğrulardan."
١٠١- فَبَشَّرْنَاهُ
بِغُلَامٍ حَلِيمٍ
101- Böylece
büşra eyledik ona bi ğulam-i haliym.
101-
Böylelikle müjdeledik onu uysal bir oğlanla.
(Halim:
uysal,uslu,yumuşak,ezik,sabırlı.)
١٠٢- فَلَمَّا
بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَى فِي الْمَنَامِ أَنِّي
أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَى قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ
سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ
102- Böylece
ne zaman baliğ olduğunda onunla say'a, dedi: "Ya büneyye! Muhakkak ben
raye oldum menam-a ki ben izbah ediyordum seni, artık nazar eyle ne raye
ediyorsun? Dedi: "Ya ebeti! İf'al eyle emr olunduğunu. Tecid edeceksin
beni inşa Allah sabiriyn-den."
102- Böylece
ne vakit eriştiğinde onunla beraber çabalamaya, dedi: "Ey oğulcuğum!
Şüphesiz ben gördüm uykumda şunu ki ben boğazlıyordum seni, artık bak ne
görüyorsun? Dedi: "Ey babacığım! Yap ne emrolunduysan. Bulacaksın beni
-eğer dilerse Allah- sabredenlerden."
١٠٣- فَلَمَّا
أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ
103- Böylece
ne zaman islam olduklarında tella eyledi onu cebnine.
103- Böylece
ne vakit teslim olduklarında yıktı onu alnı üzre.
١٠٤- وَنَادَيْنَاهُ
أَنْ يَا إِبْرَاهِيمُ
104- Ve nida
eyledik ona şöyle: "Ya İbrahim!"
104- Ve çağırdık
ona şöyle: "Ey İbrahim!"
١٠٥- قَدْ
صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
105- Doğrusu
sadık oldun rüyaya. Muhakkak Biz, işte böyle cezalandırırız muhsinleri.
105-
Gerçekten onayladın görüşü. Şüphesiz Biz, işte böyle cezalandırırız
hayırseverleri.
١٠٦- إِنَّ
هَذَا لَهُوَ الْبَلَاء الْمُبِينُ
106-
Muhakkak bu elbette o bela'ul mubiyn idi.
106-
Şüphesiz bu, gerçekten o apaçık bir bela idi.
(Bela: dert,
musibet, fitne, imtihan, deneme, test, içinden çıkılması zor olan durum.)
١٠٧- وَفَدَيْنَاهُ
بِذِبْحٍ عَظِيمٍ
107- Ve
fidyeledik ona bi zibhi aziym.
107- Ve
fidye verdik ona büyük bir boğazlık.
١٠٨- وَتَرَكْنَا
عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ
108- Ve terk
eyledik ona ahiriyn-de.
108- Ve
bıraktık onun için diğerlerinde.
١٠٩- سَلَامٌ
عَلَى إِبْرَاهِيمَ
109- Selamun
ala İbrahim.
109- Selam
olsun üzerine İbrahim.
١١٠- كَذَلِكَ
نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
110- İşte
böyle cezalandırırız muhsinleri.
110- İşte
böyle cezalandırırız hayırseverleri.
١١١- إِنَّهُ
مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ
111-
Muhakkak o, min ibadina al- mu'miniyn-di.
111-
Şüphesiz o, inanan kullarımızdandı.
١١٢- وَبَشَّرْنَاهُ
بِإِسْحَقَ نَبِيًّا مِّنَ الصَّالِحِينَ
112- Ve
beşir eyledik ona İshak'ı -bir nebi- salihiynden.
112- Ve
müjdeledik ona İshak'ı, doğrulardan bir nebi olarak.
(NEBİ
Nübüvvet
kemâlâtının, beşeriyet sûreti ( “Dünya sûreti” ) altında açığa çıktığı zât...
Allah'ın,
Müjdeleyici ve uyarıcı olarak bâ’s ettiği (nübüvvet kemâlatını açığa çıkardığı)
kişi...
Nübüvvet
görevini ifa eden…
Varlığını
“Velâyet” hakikatından alan Zât…
Doğuştan
Nübüvvet istidadına sahip olan Zât...
Alemlerin
rabbı olan Allah`ı bilip, O`nun dilediğini "insan"lara tebliğ ile
görevlenen kişi…
İlâhi nûrun
zuhûru yanı ile beşerî yanı kendisinde birleştiren kişi...
Vahye
dayanan bir sistemle görev yapan ...
Ötedekinin
postacısı değil; "hakikatindekinin dili"... Kendi varlığında,
boyutsal olarak eriştiği mertebenin hakikatını dillendiren...
Esma ve
sıfatın efal aleminde açığa çıkış sistemini okuyup buna göre bir insanın kendi
hakikatine ulaşması için neleri yapıp nelerden uzak durması için gerekenleri
anlatan...
Benliğindeki
Allah`ı müşahede ettikten sonra ona teslim olan ve Allah`ın emirlerini, yani
Ulùhiyet hükümlerini, beşeriyetin saadetini meydana getirecek kurallar olarak
beşere ulaştırma görevini ifa eden zât....
Kendi
hakikatını bilerek, geldikleri toplumların yaşam düzeylerine göre bir ileri
basamağı öneren görevli zât…
İnsanları Allah
Dinine dâvet eden Görevli Zât…
·Yaşamı ölüm
ötesinde devam edecek olan insana(devlete değil!.) "Din” yani “Sistem”i
anlatarak, onların ölümötesi gerçeklere hazırlanması için görev almış kişi...
Beşere ilâhi
hükümleri tebliğ ederek, ilâhi mânâları açıklayarak, Allah’a vâsıl olmalarını
temin yolunda çalışma yapan Zât…
Bütün bu
varlık âleminin tasarrufunun ötesinde, beşere ilâhi hükümleri tebliğ ederek,
ilâhi mânâları açıklayarak, Allah’a vâsıl olmalarını temin yolunda çalışma
yapan kişi…
Âlemin ve
varlığın hakikatına, aslına ermiş olarak insanları Allah’a davet eden kişi…
(Ahmed Hulusi)
١١٣- وَبَارَكْنَا
عَلَيْهِ وَعَلَى إِسْحَقَ وَمِن ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ
مُبِينٌ
113- Ve
barik eyledik ona ve ala İshak. Ve zürriyetlerinden muhsinun, ve zalim-u
li-nefsihi mubiyn.
113- Ve
kutsiyet verdik ona ve İshak'ın üzerine. Ve nesillerinden iyilikyapanlar ve
kendine apaçık haksızlıkyapanlar var.
١١٤- وَلَقَدْ
مَنَنَّا عَلَى مُوسَى وَهَارُونَ
114- Ve
andolsun nimet verdik ala Musa ve Harun.
114- Ve
gerçekten nimet verdik Musa'ya ve Harun'a.
١١٥- وَنَجَّيْنَاهُمَا
وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ
115- Ve
necat eyledik ikisine ve kavimlerine min el kerb-il aziym-den.
115- Ve
kurtardık ikisini ve halklarını büyük sıkıntıdan.
١١٦- وَنَصَرْنَاهُمْ
فَكَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ
116- Ve nasr
eyledik onlara böylece oldu onlar ğalibiyn.
116- Ve
yardım ettik onlara böylece onlar galip geldiler.
١١٧- وَآتَيْنَاهُمَا
الْكِتَابَ الْمُسْتَبِينَ
117- Ve ati
eyledik ikisine kitab-ı mustebiyn-i.
117- Ve
verdik ikisine açıklanmış kitabı.
١١٨- وَهَدَيْنَاهُمَا
الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ
118- Ve hüda
eyledik ikisine sırat-ı mustakıym-i.
118- Ve
yönlendirdik ikisini doğru yola.
١١٩- وَتَرَكْنَا
عَلَيْهِمَا فِي الْآخِرِينَ
119- Ve terk
eyledik aleyhima fil ahiriyn.
119- Ve
bıraktık onların ikisi için diğerlerine.
١٢٠- سَلَامٌ
عَلَى مُوسَى وَهَارُونَ
120- Selamun
ala Musa ve Harun.
120- Barış
olsun üzerine Musa ve Harun'un.
١٢١- إِنَّا
كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
121-
Muhakkak Biz, işte böyle cezalandırırız muhsinleri.
121-
Gerçekten Biz, işte böyle ödüllendiririz iyilikyapanları.
١٢٢- إِنَّهُمَا
مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ
122-
Muhakkak onların ikisi min ibadin-al mu'miniyn.
122-
Şüphesiz onların ikisi de inanan kullarımızdandı.
١٢٣- وَإِنَّ
إِلْيَاسَ لَمِنْ الْمُرْسَلِينَ
123- Ve inne
İlyas li men murseliyn.
123- Ve
muhakkak İlyas, elbette gönderilenlerdendi.
١٢٤- إِذْ
قَالَ لِقَوْمِهِ أَلَا تَتَّقُونَ
124- İz qale
li qawmihi ela tettequn
124- Ne
vakit dediğinde ahalisine, "Korunmayacak mısınız?"
١٢٥- أَتَدْعُونَ
بَعْلًا وَتَذَرُونَ أَحْسَنَ الْخَالِقِينَ
125- E
ted'une beğla ve tezerune ahsen'el haliqıyn
125-
"Dua mı ediyorsunuz Ba'l'e ve bırakıyorsunuz Yaratanların En
İyisini?"
(Ba'l Şam'da
Bek adlı bir kent halkının putu idi. Şimdi buraya Ba'l-bek denmektedir. Bir
görüş
(göre da B'al, Yemen dilinde tanrı
anlamına gelir. Elmalılı Hamdi Yazır
١٢٦- وَاللَّهَ
رَبَّكُمْ وَرَبَّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ
126- Ve
Allahe Rabbekum ve Rabbe ebaikum'ul evveliyn
126-
"Ve Allah Efendiniz ve Efendisidir önceki babalarınızın."
١٢٧- فَكَذَّبُوهُ
فَإِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ
127- Fe
kezzebu-hu fe inne-hum le-muhzarun
127- Böylece
yalanladılar onu, artık şüphesiz onlar, elbette hazır bulundurulacaklardır.
١٢٨- إِلَّا
عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ
128- İlla
ibade Allahi'l muhlisiyn
128- Sadece
Allah'ın içten kulları.
١٢٩- وَتَرَكْنَا
عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ
129- Ve
terekna aleyhi fi'l ahiriyn
129- Ve
bıraktık onun için sonrakiler arasında.
١٣٠- سَلَامٌ
عَلَى إِلْ يَاسِينَ
130- Selamun
ala İlyasiyn
130- Barış
olsun üzerine İlyas'ın!
١٣١- إِنَّا
كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
131- İnna
kezalike nezciy'el muhsinin
131-
Şüphesiz, işte böyle cezalandırırız içten olanları.
١٣٢- إِنَّهُ
مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ
132- İnne-hu
min ibadi-ne'l mu'miniyn
132-
Şüphesiz o, inanan kullarımızdandı.
١٣٣- وَإِنَّ
لُوطًا لَّمِنَ الْمُرْسَلِينَ
133- Ve inne
Lut'en li men el-murseliyn
133- Ve
muhakkak Lut da, elbette gönderilenlerdendir.
١٣٤- إِذْ
نَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ
134- İz
necceyna-hu ve ehle-hu ecmaiyn
134- Ne
vakit kurtardığımızda onu ve gönüldaşlarının hepsini.
(Bakıldığında
( اهل) "yakınlık,ehliyet,aile efradı,
gönüldaşlık, bir meseleye hakim olma marifeti vb. gibi bir çok mana ihtiva
eder.)
١٣٥- إِلَّا
عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ
135- İlla
acuzen fi'l ğabiriyn
135- Sadece
yaşlı biri, geride kalanların arasında.
١٣٦- ثُمَّ
دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ
136- Sümme
demmerna'l ehariyn
136- Sonra
yerle bir ettik diğerlerini.
١٣٧- وَإِنَّكُمْ
لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِم مُّصْبِحِينَ
137- Ve
innekum le temurrune aleyhim musbihiyn
137- Ve
muhakkak siz, elbette geçersiniz onlara sabahleyin.
١٣٨- وَبِاللَّيْلِ
أَفَلَا تَعْقِلُونَ
138- Ve bil
leyli e-fe-la teğqilun
138- Ve
geceleyin de. Artık akıl etmez misiniz?
١٣٩- وَإِنَّ
يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ
139- Ve inne
yunus le min el murseliyn
139- Ve
muhakkak Yunus, elbette gönderilenlerdendi.
١٤٠- إِذْ
أَبَقَ إِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ
140- İz
ebeka ila el fulki el meşhun
140- Ne
vakit firar ettiğinde yüklü bir gemiye.
(Ebeka;
kaçak, kaçış, firari, firar etmek. Feleke; gökle ilgili, orbit, yörünge, küre,
astronomi. Fulki, yer küreyle ilgili, sandık, gemi. Meşhun; charger, yük,
navlon, taşımacılık.)
١٤١-
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنْ الْمُدْحَضِينَ
141- Fe saheme fe kane min'el mudhaziyn
141- Böylece ok çekti ve reddedilenlerden
oldu
(Mudhaziyn; iddiası çürütülen, bahsi
kaybeden, kurayı kaybeden, reddedilen)
١٤٢-
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُلِيمٌ
142- Fe'l tekmehu'l hutu ve huve mulimun
142- Böylece bir balina lokmaladı onu ve
o suçlananlardan oldu
١٤٣-
فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنْ الْمُسَبِّحِينَ
143- Fe levla ennehu kane min'el
musbihiyn
143- Böylece eğer gerçekten o, olmuş
olmasaydı tesbih edenlerden
١٤٤-
لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
144- Le'lebise fi batnihi ila yevmi
yub'asun
144- Elbette kalırdı karnının içinde ba's
olunacakları güne değin
BÂ’S)
BEDEN SIÇRAMASI-BEDEN
DÖNÜŞMESİ-RUHÂNİ DİRİLİŞ
Bilincin "Ölüm"ü tadması
Bilincin bir holografik boyuttan
diğerine geçişi(Bir boyuttan, diğer bir boyuta geçiş)
Yeni bir doğum, yeni bir başlangıç,
bir sonun ardındaki bir ilk!
Bilincin bedenin tükenişiyle
birlikte yeni bir bedenle yaşamına devam etmesi
Bedenle ilgisi kesilen Bilincin ruhu
kullanmaya başlaması
Yeni bir doğum, yeni bir başlangıç
Bir yapının son bulmasının akabinde
ikinci bir yapının varolması
Bir sonun ardındaki bir ilk
Bir boyuttan, diğer bir boyuta geçiş
Bir yaşam bitiminin hemen akabinde
başlayan yeni bir yaşam...
Yeni bir bedenle yeni bir boyutta
oluşum...
Ruhâni Diriliş
Yeni bir yapıyla yaşama devam
Yeni bir bedenle yaşam
(Allah'a dönme. Ahmed Hulusi
١٤٥-
فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَاء وَهُوَ سَقِيمٌ
145- Fe nebeznahu bil'arai ve huve sekıym
145- Böylece çıkardık onu çıplağa ve o
hastalanmıştı
Nebeze; çıkarmak kovmak, atmak,
bırakmak, Ari; doğal, çıplaklık. Sekim, hastalık.
١٤٦-
وَأَنبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِّن يَقْطِينٍ
146- Ve enbetna aleyhi şecerate
minyaktıniyn
146- Ve bitirdik üzerine kabaktan bir
ağaç
١٤٧-
وَأَرْسَلْنَاهُ إِلَى مِئَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ
147- Ve erselnahu ila mieti elfin ev
yezidun
147- Ve gönderdik onu yüz bin veya daha
fazlasına
١٤٨-
فَآمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَى حِينٍ
148- Fe amenu fe metteğnahum ila hıyn
148- Böylece inandılar, peşinden
metalandırdık onları bir süreliğine
١٤٩-
فَاسْتَفْتِهِمْ أَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَ
149- Fe'steftihim e lirabbike'l benatu ve
lehum el benun
149- Böylece fetva sor onlara,
"Rabbin için kızlar ve onlar için erkekler midir
١٥٠- أَمْ
خَلَقْنَا الْمَلَائِكَةَ إِنَاثًا وَهُمْ شَاهِدُونَ
150- Em halekna'l melaikete inasen vehum
şahidun
150- Ya da yarattık melekleri dişiler ve
onlar şahit miydiler
١٥١- أَلَا
إِنَّهُم مِّنْ إِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَ
151- Ela innehum min ifkihim le yekulun
151- Hayır! Şüphesiz onlar
uydurduklarından elbette derler
١٥٢- وَلَدَ
اللَّهُ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
152- Velede Allahu ve innehum le kazibun
152- "Allah'ın çocuğu" ve şüphesiz
onlar yalancıdırlar
VeledeAllahu; Allah'ın veledi,oğlu,
çocuğu, doğuruşu
١٥٣-
أَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَنِينَ
153- Estafe'l benati ale'l beniyne
153- Seçti mi kızları erkeklerin üzerine
١٥٤- مَا
لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ
154- Me lekum keyfe tahkumun
154- Nedir sizin için? Nasıl hüküm
veriyorsunuz
١٥٥- أَفَلَا
تَذَكَّرُونَ
155- E fe la tezekkerun
155- Böylece hatırlamayacak mısınız
١٥٦- أَمْ
لَكُمْ سُلْطَانٌ مُّبِينٌ
156- Em lekum sultan-u mubiyn
156- Ya da sizin için apaçık bir güç mü
var?
Sultan-ı Mubiyn; başkaldırılamayan
apaçık otorite, inkar edilemeyen kesin bilgi, güç, kudret
١٥٧-
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
157- Fe'tu bi kitabikum in kuntum
sadikıyn
157- Böylece getirin kitabınızı eğer siz
dürüstseniz
١٥٨-
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَبًا وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ
إِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ
158- Ve cealu beynehu ve beyne'l cinneti
neseben ve le kad alimeti'l cinnetu innehum le muhzarun
158- Ve yaptılar arasıyla ve cinler
arasında bir soybağı ve andolsun bilir cinler, şüphesiz onlar elbette hazır
bulundurulacaklardır
Cin, her türlü göze görünmez
varlığın genel adıdır!
·Cinler "dumansız ateş"ten
(ışınlardan-rasyasyondan-dalgadan) yaratılmıştır!
·Cinlerin yaratıldığı radyasyon,
mesamete(gözeneklere, maddeye) nüfuz edici ve zehirleyicidir!
· Somut âlemin en lâtif sureti olarak
cin sınıfı, kendinden kesif olan tabakadakilerin en büyük imtihan aracıdır
·Cinler konusunda şunları asla gözardı
etmeyelim...
·Bazı İslâm düşünürlerinin
"Cin" hakkındaki görüşleri...
·Cinler insanları aldatmak ve onları
kendi hükümleri altına almak suretiyle birbirlerine karşı üstünlüklerini
ispatlamaya çalışmaktadırlar!
·Cinlerin yaratılma sebebi de Allah'a
kulluktur!
·İblis'in önderliğini kabul eden cin
nesilleri, "Şeytan" ismiyle anılır! (Bkz. Ş / Şeytan / İblis'in
şeytâniyet vasfı ne zaman ve nasıl açığa çıktı?)
·Cinlerin mülhime nefs irfanından
gelen tasarruf gücüne karşı insanın tek savunma silâhı, imandır!(Bkz. Ş
/Şeytanın mühlet istemesi)
·Cinler, terkiplerinde bir kısım
esmânın zâhire çıkmaması dolayısiyle Allah'a şirk koşanlardandır!
·Cinler de hesap gününde
yaptıklarından sorumlu olacaklardır!
·Yaratıcısının emrine uymamış olan
cinler de cehennemde azâba uğrayacaklar!
·Cinler de aynen insanlar gibi Nebi
ve Rasûllere tâbi olmakla yükümlüdür!
·Cinler arasında bir grup, bazı
cinlerle "Allah" arasında hısımlık akrabalık iddia etmişlerdir! Ahmed
Hulusi
١٥٩-
سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ
159- Subhane Allahi amma yesifun
159- Subhan'dır Allah tanımladıkları
şeylerden
“SUBHAN”
“Ekber” olan(Tüm seyir ve
dillendirilenlerin yalnızca "nokta"mızla ilgili olduğu; Allah’ın
yalnızca “Ekber” olduğu gerçeği)
Her şeyin melekûtu (Esmâ kuvveleri)
elinde olan…
Semâlar ve arzda ne varsa hepsi de
Kendisine ait olan ve her şeyin (kanitun) hükmünü yerine getirici olduğu “O”!
Esmâ'yı beşerî değer yargılarıyla
sınırlayanların; El Esmâ ve El Hüsnâ'nın ne olduğunu fark edemeyenlerin ve
"Ekberiyet"iyle Allah'ı bilmeyenlerin vasıflamalarından münezzeh olan…
Her an yeni bir şey yaratıp bunlarla
da asla kayıtlanmayan ve sınırlanmayan…
Yersiz ve anlamsız bir şey
yaratmaktan münezzeh, her an yeni bir şey yaratma hâlinde olan…
Varlıkta gayrından ve varlıkla
kayıtlanmaktan münezzeh olan... Ahmed Hulusi
١٦٠- إِلَّا
عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ
160- İlla ibade Allahi el muhlesiyn
160- Sadece Allah'ın samimi kulları
١٦١-
فَإِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ
161- Fe innekum ve ma tağbudune
161- Artık muhakkak siz ve kulluk
ettiğiniz şeyler
١٦٢-
مَا أَنتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِنِينَ
162-
Ma
entum aleyhi bifatiniyn
162-
Siz,
Aleyhine büyüleyemezsiniz
١٦٣-
إِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَحِيمِ
163-
İlla
men huve sa'l'il cehiym
163-
Sadece
o, cehenneme salınacak kimse
١٦٤-
وَمَا مِنَّا إِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَّعْلُومٌ
164-
Ve
ma minna illa lehu makamun mağlum
164-
Ve
bizden biri yoktur ki, sadece onun için -bilinen bir makam- olmasın
١٦٥-
وَإِنَّا لَنَحْنُ الصَّافُّونَ
165-
Ve
inna le nahnu'l sa'ffun
165-
Ve
muhakkak biz, elbette biz katmanlarız
١٦٦-
وَإِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ
166-Ve inna le nahnu'l
musebbihuyn
166-
Ve
muhakkak biz, elbette biz tesbih edenleriz
١٦٧-
وَإِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَ
167-
Ve
in kanu le yekulun
167-
Ve
şüphesiz, elbette diyorlardı
١٦٨-
لَوْ أَنَّ عِندَنَا ذِكْرًا مِّنْ الْأَوَّلِينَ
168-
Lev
enne indena zikren min el evvelîne
168-
Eğer
ki yanımızda bir hatırlatıcı olsaydı öncekilerden
١٦٩-
لَكُنَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ
169-
Lekunna
ibade Allahi el muhlesiyn
169-
Elbette
olurduk Allah'ın samimi kulları
فَكَفَرُوا
بِهِ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ﴿١٧٠﴾
170-
Fe
keferu bihi fe sevfe ya'lemûn
170-
Böylece
inkar ettiler onu, artık yakında bilecekler
وَلَقَدْ
سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ ﴿١٧١﴾
171-
Ve
lekad sebekat kelimetu-nâ li ibâdi-nâ el murselîne
171-
Ve
andolsun geçmişti sözümüz gönderilen kullarımız için
إِنَّهُمْ
لَهُمُ الْمَنصُورُونَ ﴿١٧٢﴾
172-
İnnehum
lehum el mensûrûne
172-
Muhakkak
onlar, elbette onlar zafere erenlerdir
وَإِنَّ
جُندَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ ﴿١٧٣﴾
173-
Ve
inne cunde-na le-hum el-ğalibun
173-
Ve
muhakkak askerlerimiz, elbette onlar galip gelecektir
فَتَوَلَّ
عَنْهُمْ حَتَّى حِينٍ ﴿١٧٤﴾
174-
Fe
tevelle an-hum hattâ hînin
174-
Artık
dön onlardan bir süre kadar
وَأَبْصِرْهُمْ
فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ ﴿١٧٥﴾
175-
Ve
ebsir-hum fe sevfe yubsirun
175-
Ve
gör onları, artık yakında görecekler
أَفَبِعَذَابِنَا
يَسْتَعْجِلُونَ ﴿١٧٦﴾
176-
E
fe bi-azabi-na yesta'cilûne
176-
?Artık
eziyetimize acele mi ediyorlar
فَإِذَا
نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَاء صَبَاحُ الْمُنذَرِينَ ﴿١٧٧﴾
177-
Fe
izâ nezele bi sâhati-him fe sâe sabâhu el munzerîne
177-
Böylece
ne zaman indiğinde alanlarına, artık kötü olur sabahları uyarılanların
وَتَوَلَّ
عَنْهُمْ حَتَّى حِينٍ ﴿١٧٨﴾
178-
Ve
tevelle an-hum hattâ hînin
178-
Ve
dön onlardan bir süre kadar
وَأَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ ﴿١٧٩﴾
179-
Ve
ebsir fe sevfe yubsirun
179-
Ve
gör, artık yakında görecekler
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ ﴿١٨٠﴾
180-
Subhane
Rabbike Rabbi el İzzeti amma yesifun
180-
Subhan'dır
Rabbin, Rab İzzetli'dir tanımladıkları şeylerden
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ ﴿١٨١﴾
181-
Ve
selamun ala el murseliyn
181-
Ve
barış olsun üzerine gönderilenlerin
وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿١٨٢﴾
182-
Ve'lhamdu
li-Allahi Rabbi'l alemiyn
182-
Ve
övgü Allah içindir, Alemlerin Efendisi'dir